‘The Chicago Boys’ ve bağımsızlık

Merkez Bankası’nın ‘bağımsızlık’ kitapçığı çok güzel olmuş, kitap David Ricardo’dan alıntıyla başlıyor, ayrıca Ricardo’nun bir resmi de var sonraki sayfada. Sonra William Phillips ve Milton Friedman’ın resimleri de yan yana ve çok etkileyici. Özellikle 1973’teki kanlı Şili Darbesi’nin lideri Pinochet’nin danışmanı Milton Friedman’ın resminden etkilenmemek imkansız, bu resimde Friedman eli çenesinde uzaklara bakıyor. Ama o ‘uzaklar’ bitti.  

Biliyorsunuz, Friedman ve arkadaşlarının Chicago Üniversitesi’nde geleneksel miktar teorisi üzerine bina ettikleri ‘yeni’ liberal sentez neoliberalizm diye anılır olmuştur.

Her ne kadar Chicago okulu erken seksenlerde popüler olduysa da gelenek epey eskiye dayanır. 1929 krizi sonrası Keynes iktisadının kurtuluş reçetesi olarak yaygınlaştığı yıllarda Chicagolular (Chicago boys) geleneksel miktar teorisini ‘derinleştirmeye’ çalışıyorlardı. Ama ilk kuşak Chicagolular yani Friedman’ın hocaları ondan farklı düşünüyorlardı. Özellikle Simons, Mints ve Viner’in hükümetlerin, durgunluk ve kitlesel işsizlikle savaşmak için bütçe açıklarını göze almaları ve Merkez Bankaları’nın buna uygun açık piyasa işlemleri çerçevesinde bir para politikası yürütmelerini salık verdiği bilinir. Ama Friedman 1972’de yazdığı bir makalede bu hocalarına bayrak açar ve onları Keynescilikle suçlar. Aslında ilk Chicago hocaları pür liberal geleneği korumaya çalışmış, kapitalizm krizlerinin  konjoktürel politikalarla önlenebileceğini söylemiş ve böyle olunca da Keynes’e konjonktürel olarak yaklaşmış iktisatçılardır. Bu kuşak, liderleri Smith ve Knight’ın savunduğunu, yani sistemin rekabetçi bir liberalizmle ayakta kalabileceğini ısrarla savunmuşlardır. Tabii bu kuşak, demokrasi ve ekonomik liberalizm arasında birebir ilişki kurar. Oysa Friedman ve arkadaşları bunun çok üzerinde durmazlar. Devletin yalnız bekçi olması gerektiğini savunurlar ama aynı devlet mesela Şili gibi ülkelerde, ‘gereksiz’ sosyal devleti temizlemek, ücretlerin tamamen ‘piyasada’ belirlenmesini sağlamak için bir dönem baskı aygıtı olabilir ve ‘piyasayı’ yeniden inşa edebilir. Bizim darbecilerin her darbe sonrası ‘demokrasiyi’ yeniden inşa edeceğiz demesi gibi... Tabii Friedman’ın en önemli katkısı, geleneksel para teorisini merkeze koymak ve enflasyon dahil her türlü sapmanın, miktar teorisinin parasal ayağı üzerinden olduğunu savunmak olmuştur. Böylece moneterist diye de anılmışlardır. Chicago çocuklarına göre, parasal olmayan faktörler, fiyatlar genel seviyesini etkilese bile bu dönemseldir. Ekonomideki para miktarı ile bireylerin satınalma güçlerini kontrol edebilirsiniz dolayısıyla enflasyonu önlersiniz. Bunun için Merkez Bankaları kilit kurumlardır ve tabii ki bağımsız olmalıdırlar. TCMB’nın kitapçığında belirtildiği gibi, merkez bankalarının bağımsızlığı Ricardo’dan beri liberal iktisadın gündemine gelmiştir ama bunu Friedman ve arkadaşları yani neoliberallar politik bir muhtevaya oturtmuşlardır. İktisat Fakültesi 1. sınıf ödevi düzeyinde olan kitapçığın içeriği üzerinde durmayacağım. Ama, aynı zamanda, iyi bir akademisyen olan Sayın Başkan buna bir ödev gözüyle göz atsın, tamam 1. sınıf öğrencisi geçer not alır ama ya gerçekten soruyorum 4. sınf öğrencisi kaç alır, Sayın Başkan? Sayın Başkan’la Davos’da kısa bir sohbet imkanımız oldu, o zaman kendisine ‘bakın, Japonya’nın çıkışı önemli, artık şu bağımsızlık meselesini tartışacak mıyız’ diye sordum, kendisi aynen şunu söyledi; ‘bizim bağımsızlığımız daha çok araç bağımsızlığı, biliyorsunuz bağımsızlık meselesini temelde, araç ve amaç diye ayırabiliriz, tabii ki bizim amaçlarımız (hedeflerimiz) ile hükümetin hedefleri örtüşecektir. Oturup konuşuyoruz, konuşmaya da devam edeceğiz.’ Oysa kitapta, amaç bağımsızlığının, fiyat istikrarı olduğu belirtiliyor ve bunun da yasayla merkez bankasına sağlandığı vurgusu yapılıyor. Yaptıkları konuşmaların da Zafer Çağlayan’ın çıkışlarından pek verimli geçmediği anlaşılıyor.

Meselenin özü

Bakın yukarıda Friedman’dan, neoliberalizmden boşu boşuna bahsetmedim, bir biten yani iflas eden paradigma olarak neoliberal teori, tek mutlak ‘bilimsel’ gerçek olarak savunuluyor. Sinir bozucu olan da bu. Friedman haklı olsaydı bugün Fed eli kolu bağlı oturuyor olurdu.

Sonuç olarak daha önce de yazdım tekrar edeyim; Bu bağımsızlık meselesinin ne piyasayla ne de demokrasi ile alakası vardır. Türkiye’de bu bağımsızlık meselesi ortaya çıkmadan önce, yani 2-D dönemlerinde (2-D: Demirel-Darbe faşizm sarmalı dönemleri) Merkez Bankası’na, içteki haramiler, piyasa dışı soygun koşullarını dayattılar ve banka aracılığıyla ülkeyi soydular. Ancak Merkez Bankası ‘bağımsız olmalı’ yalanı döneminde de tekelci devlet kapitalizminin küresel temsilcileri Merkez Bankası’nı bu sefer dışarıya kaynak aktarım mekanizması olarak kullandılar.  Çok özetle, bugün Japonya’yı bile köşeye sıkıştıran ‘bağımsızlık’ meselesi seksenli yıllarda başlayan Friedman ve arkadaşlarınca geliştirilen neoliberal tezlere dayanır. (Ricardo’ya gitmeyin ve o metni yeniden okuyun.)

Friedman ve arkadaşlarının tezleri, Washington Uzlaşısı ile mutlaklaştırılmaya çalışılmış ve o’nu bu krizle birlikte ilk önce mutlaklaştıranlar terk etmiştir. Biz ise hâlâ savunuyoruz, yazık!