Araya baþka konular girdi, on gündür yazmak istediðim bir konuya ancak bugün girebiliyorum.
Haftalýk The Economist dergisinin 23 Haziran tarihli sayýsýnda Mýsýr ile ilgili çok ilginç bir yazý yayýnlandý.
Yazý Mýsýr ile ilgili ama yazýnýn satýr aralarýný dikkatli okursanýz aslýnda biraz doðrudan, biraz dolaylý olarak konunun ayný zamanda Türkiye olduðunu da görüyorsunuz.
Yazýnýn dili biraz sorunlu gibi gözükebilir, çok tepeden bakan bir üslup farkedilebilir ama kanýmca önemli olan makalenin temel mesajý.
Makalenin uzunca alt baþlýðý þöyle: “Mýsýr’daki kaosun arkasýnda generallerle islamcýlarýn (islamists) çok karmaþýk güç kavgasý yatýyor. Batý islamcýlarý desteklemeli.”
The Economist dergisi Mýsýr’daki karmaþýk siyasal ortam karþýsýnda ve muhtemelen arap baharý sürecinin bütünü için de çok net bir tavýr koymuþ bulunuyor.
The Economist dergisinin bu net pozisyon alýþýný aslýnda batýnýn konuya yönelik net tavrý olarak da okuyabilirsiniz; The Economist batý için oldukça temsili diyebileceðimiz bir dergi.
Dergi, Türkiye’yi de örnek göstererek, Mýsýr’ýn yeniden diktatörlük günlerine geri dönmemesi gerektiðini, bunun için de, batýnýn, seçilmiþ sivil iktidarlarýn askerlerin siyaseten üzerinde olmalarý gerektiði konusunda yardýma hazýr olduðunu belirtiyor.
Mýsýr’ýn demokrasi yürüyüþünde ordunun kendi çýkarlarýný, önceliklerini, ayrýcalýklarýný, kendi özel durumunu muhafaza edebilmek için, 1990’larda Türkiye’de yaþandýðý gibi, seçilmiþ iktidarlara müdahale edebileceði de belirtiliyor; ordunun bu müdahalesinin önlenebilmesi için, örnek yine Türkiye’den veriliyor, islamcýlarýn (islamists) demokratik yollarý kullanarak ordu üzerinde moral ve meþruiyet üstünlüðü kazanmalarýnýn gerektiði de belirtiliyor.
Yazýdan bendeniz þunlarý anlýyorum: Arap baharý, baþta Mýsýr olmak üzere, batý için çok önemli, arap halklarýna bir de model ülke gerekiyor, bu model için de Türkiye’den, Türkiye’nin son on senedir gösterdiði çok baþarýlý performanstan daha iyi bir kerteriz yok.
Ancak, bu makaleden de çok net görüyoruz, arap baharý denen süreç 18 Aralýk 2010’da Tunus’da deðil, 2002 senesinde Türkiye’de baþlamýþ ve bu süreç Türkiye’ye bir ölçüde normalleþme, askerin siyasi ortamdan nisbi çekilmesini, ekonomik büyümeyi, mali disiplini, herkesin, bir bölümünün gönülsüzce de olsa, sandýða saygý duymasýný getirmiþ, bundan neden þikayet edelim?
Ancak, meselenin Türkiye için ancaklarý da yok deðil.
Batýnýn Türkiye’yi Ortadoðu için model ülke olarak görmeyi sürdürebilmesi Türkiye’deki siyasi iktidarýn muhafazakar demokrat çizgisini, bu iki kavram yani muhafazakarlýk ve demokrasi arasýnda çok hassas dengeyi tutturarak sürdürmesine baðlý.
Demokrasinin muhafazakarlýk üzerine galebe çalmasý AK Parti’ye sandýkta, ama muhafazakarlýðýn da demokrasiye galebe çalmasý küresel dengelerde, ekonomide sorun çýkarabilir.
AK Parti önümüzdeki çok önemli süreçte, Sayýþtay’ýn yetkilerini kýsýtlayarak, devlet sýrrý kavramýný geniþleterek, dokunulmazlar listesini uzatarak deðil, kürt meselesinde cesur adýmlar atarak, ilk yeni TBMM’de türbanlý milletvekillerine de olanak saðlayarak, AB sürecinde bir adým önde olma politikasýna dönerek, Uludere olayýnda olamadýðý gibi yeniden ortalama vatandaþ vicdanýyla barýþarak gerçek bir bölgesel ve küresel güç olma yoluna dönmelidir.
Batý için Ortadoðu, daha genel olarak da 1.6 milyar müslüman çok önemli.
Türkiye bu süreçte model ülke olmaktan rahatsýz olmamalý, gereðini demokrasi içinde yapmalýdýr.
Yapmazsa ne olur?
Gök kubbe baþýmýza çökmez ama bu arada büyüme-cari açýk-hukuk devleti/demokrasi çok sýký iliþkisi de unutulmamalýdýr.
Ve, son olarak, ayný The Economist dergisinin AK Parti’yi 2011 seçimleri öncesi neden eleþtirdiðini de iyi deðerlendirmek lazým. twitter.com/KarakasEser