Tıynetinizi test edin

Başbakan döndü... Faiz lobisine, “çapulcu” olmaya heves etmiş banka müdürüne, iktidarı döneminde zenginliğini beşe katlamış holding patronuna, Türkiye’ye “Sevr şartlarını” dayatan sivil toplum temsilcilerine, “darbe” diye inleyen medya yöneticilerine verdi veriştirdi.

Daha doğrusu, ayar üstüne ayar çekti.

Birileri de “Diktatör döndü” diye yazmış. Okuyamadım. Anlattılar.

Malum birilerinden söz ediyorum.

Diktatörün dönüşünü ben de izledim; hatta döner dönmez ayağının tozuyla havaalanında yaptığı konuşmayı “canlı yayında” yorumladım.

Fakat biraz kafam karıştı.

Bu nasıl bir diktatör?

Eskiden (eski mutlu günlerimizde), “Kürtçe” konuşanları içeri tıkarlardı. “Kürtçe şarkı söylemek istiyorum” diyenlere çatal bıçak fırlatırlardı. Hatta öldürürlerdi.

Diktatör geldi, “Kürtçe” yasak dil olmaktan çıktı. Bugün Kürtçe televizyon kanalları var. Kürtçe neşriyat yapılıyor. Herkes kimliğini rahatça ifade edebiliyor.

Eskiden, ülkenin neredeyse yarısı olağanüstü hal şartlarıyla yönetilirdi.

Diktatör geldi, ilk olarak olağanüstü hal uygulamasını kaldırdı.

Eskiden Nazım Hikmet’ten şiir okuyanları içeri tıkarlardı.

Diktatör geldi, bu saçma yasağa son verdi. Bununla da kalmadı, bir de Nazım’ın vatandaşlığını iade etti...

Eskiden Yılmaz Güney’in filmlerini izleyemezdik.

Diktatör geldi, bu filmleri devlet televizyonlarında bile izleyebiliyoruz.

Eskiden “yasak kitap” diye bir şey vardı.

Diktatör geldi, bu ayıba son verdi.

Eskiden yasaklı kitaplar, kâğıt fabrikasına gönderilmek üzere müsadere edilirdi.

Diktatör geldi, milyonlarca kitabı “hamur” olmaktan kurtardı.

Eskiden Laz, Kürt, Çerkez, Pomak, Gürcü yoktu. Hepimiz “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış” bir kitleydik. “Kitle” gerçekliğini kabul etmeyenler şiddetli bir şekilde cezalandırılırdı... “Kitle dışı” görülen Rum, Ermeni, Yahudi ve sair unsurlar da, ya sürgüne gönderilir, ya da usulünce ortadan kaldırılırdı.

Diktatör geldi, etnik gerçekliğimiz ortaya çıktı... Artık kimse kimseyi kimliğinden dolayı sigaya çekemiyor.

Eskiden “inanç tercihleri” yok sayılırdı.

Diktatör geldi, herkesin inancında özgür olduğu bir düzen kurdu.

Eskiden bazı okullar eşit, bazı okullar eşit değildi. Eşit olmayan okullardan mezun olanlar “gerici”, “mürteci”, “vatan haini” diye aşağılanırdı.

Diktatör geldi, bu “eşitsizliğe” son verdi.

Eskiden pıtrak gibi “parti kapatma davaları” açılırdı.

Diktatör geldi, referanduma götürdüğü anayasa değişikliğiyle parti kapatma davalarının önünü kesti.

Eskiden darbecilerden hesap sorulamazdı.

Şimdi darbecilik en aşağılık suç sayılıyor. Darbeye yeltenenler de hemen içeri tıkılıyor.

Eskiden ülke faili meçhul cinayetten geçilmezdi.

Diktatör geldi, faili meçhul cinayetler bıçakla kesilir gibi kesildi.

Eskiden, “Paşam, lütfen siyasete müdahale etmeyin” diyemezdik. İçeri alınmaktan korkardık. En alt kademedeki kamu görevlilerini bile eleştiremezdik.

Şimdi diktatöre “haramzade”, “sefil”, zavallı”, angus sığırı” diyebiliyoruz. Başımıza bir şey gelmiyor. En fazla tazminat cezası ödüyoruz.

Eskiden “her mahalleye bir şehit tabutu” gelirdi.

Diktatör geldi, bu meseleyi de hale yola koydu.

Eskiden izinsiz sokağa bile çıkamazdık.

Şimdi izinsiz nümayiş yaptığımız gibi, keyfimize göre parkları işgal ediyor, cam çerçeve indiriyor, belediye otobüslerini yakıyor, yaralıyı almaya gelen ambulansları deviriyoruz. Ve üstelik, “Gözlerinizden öpüyorum çocuklar. Ne güzel iş başardınız” diye taltif ediliyoruz.

Örnekleri çoğaltabiliriz ama burada keselim.

Soru şu:

Faili meçhullerin, gözaltında kayıpların, yasaklı yayınların “özgür ortamında” mı yaşamak istersiniz, yoksa “Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü” altında inim inim inlemek mi?

Hangisi?

Bu soruya vereceğiniz cevap sadece “safınızı” değil, “tıynetinizi” de ele verecektir.