Toktamış Ateş

Anglosakson gazetelerinde ölen tanınmış kişileri konu alan müstakil bir yazı türü vardır. “Obituary” adı verilen bu yazıların göçen kişinin hayatını ve şahsiyetini eksiksiz ve en özlü ifadelerle nesnel biçimde anlatması beklenir. Hatta onun için bazı kişilerle ilgili obituary yazıları önceden sipariş edilip hazırlatılır. Bizde de bir iki defa denendi ama tutmadı bu yazı türü. Belki de bu tür yazılarda her şeyden önce içtenlik arayan bir toplum olduğumuzdan.

Doğrusu benim için de ölümlerin arkasından veya ölenlerin ardından yazmak kolay bir iş değil. Yaptıklarıyla, yaşadıklarıyla beni her daim şaşırtan, 25 yıllık arkadaşım Metin Kaçan hakkında hiçbir şey yazamadım. Belki ileride yazarım diye kendi kendimi oyalıyorum.

Derken Toktamış Ateş’ten maalesef beklenen haber geldi. Beklenen haber diyorum, çünkü yaklaşık üç aydır yoğun bakımdaydı. Ortak dostumuz İrfan Çiftçi’den aldığım haberlere göre bu uzun süre içinde ümit verici bir gelişme gerçekleşmemişti.

Neticede herkes için erken ya da geç vaki olacak olan Toktamış Hoca için de vaki oldu.

Ben Toktamış Ateş’i tanıdığımda henüz bir medya figürü değildi. “Kemalizm’in Özü” isimli kitabı geçmişti elime. Lise veya üniversite öğrencisiydim. Yazdıklarını ilk defa okuduğum Hoca’nın dünya görüşü veya politik duruşu bana çok uzaktı, ama kitaptaki makalelerde yer alan siyasal/sosyolojik analizleri o yaşımda bile çok dikkat çekici bulmuştum. Mesela dikkatimi çeken makalelerden biri 1977 seçimlerinde MHP oylarının yükselişini inceliyordu. Aradan bunca zaman geçti, unutmadım: MHP oyları diyordu, özellikle Alevi nüfusun yoğun olduğu bölgelerde artış gösteriyor. Alevi nüfusun yoğunluk taşımadığı illerde MHP oyları da çok düşük çıkıyordu. Demek ki diyordu Hoca, aklımda kaldığına göre, MHP oylarını Alevilerin toplumsal ve politik hareketlenmesinden endişe duyan reaksiyoner Sünni oyları olarak kabul etmek lazım.

Ne var ki Toktamış Hoca sonraki yıllarda bilimadamı kimliğiyle veya bu türden sosyal/siyasal analizleriyle değil politik kimliğiyle çıktı toplumun karşısına. Bilimsel araştırmalara veya analizlere aç bir toplum olmadığımızdan belki!

Toktamış Ateş 1990’ların başında eski solcuların “elveda başkaldırı” yazıları yazmaya başladıkları sırada yeniden 68’li kimliğiyle ortaya atıldı ve bir zamanlar antiemperyalizm bayrağını ellerinden düşürmeyen kendi kuşağından birilerinin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” türküleri söylemelerine çok sert tepki gösterdi.

O günlerde Cumhuriyet gazetesi Toktamış Ateş’e sayfalarını açtı, bir sütun verdi. Ama bir süre sonra bunu yaptıklarına pişman olacaklardı...

Toktamış Ateş 68 kuşağından bir solcuydu. “Tam Bağımsız Türkiye” sloganında ifadesini bulan antiemperyalist tutum çerçevesinde kendilerine yerli bir sembol ararken Atatürk adına sarılan ve Atatürkçülük kavramına yeniden politik ve entelektüel bir kredi açan kuşaktı bu.

Ne yazık ki yine “Atatürkçülük” adına icrayı faaliyet eden NATO’cu generallerin tezgâhladığı cunta ve darbe girişimlerinde kendileri harcandığı için Atatürkçülüğe açtıkları kredi de heba edilmiş oldu.

Toktamış Ateş tam bağımsızlık idealinden vazgeçmiş değildi, ama Atatürkçülüğün beyaz Türklerin diğerleri karşısındaki tahakkümünün sigortası yapılmasına da tahammül edemiyordu. Laiklikten yanaydı elbette, ama daha

Ecevit bu kavramı politik slogan olarak seslendirmeden önce “dine saygılı bir laiklik” taraftarı olduğunu söylüyordu. Zaten kendisi de inançlı bir insandı. Bir dönem Ramazan oruçlarını tutamadığı için üzüldüğünü biliyorum.

Dolayısıyla laik ve Atatürkçü aydınları dindar kitleyle veya İslamcı elitle çarpıştırmaya yönelik kamplaşmalar içinde yer almayı reddetti tavırlarıyla. İki tarafı da birbirini dinlemeye ve anlamaya çağırıyordu, Türkiye’nin kendi içindeki çatışmaların başka güçlerin ekmeğine yağ süreceğini anlatmaya çabalıyordu.

28 Şubat sürecinde de tutumunu değiştirmedi. Atatürkçü kimliğiyle demokrasiden yana tavır koydu. Kemalist statükonun tahammül sınırları zorlanmıştı. İstanbul Üniversitesinin o zamanki rektörü Kemal Alemdaroğlu fakültedeki kürsüsünü kapattı. Sonra Cumhuriyet gazetesindeki köşesini elinden aldılar.

Yani demokrat bir Atatürkçü olarak Atatürkçü toplum mühendisliğine karşı gösterdiği aydın duruşunun bedelini ödedi.

Köprülerin altından çok sular aktığı için unutuldu belki ama hiç değilse bu vesileyle hatırlayalım: Kendi düşüncelerinden en ufak bir taviz vermeksizin başkalarını dinlemeyi ve başka düşüncelerin de var olma hakkını kabullenmeyi yani demokratik hoşgörü dediğimiz şeyin somut örneğini

Toktamış Ateş’te gördük. Tek başına bu özelliği bile rahmetle hatırlanması için yeterli bence.