Toparlanın gitmiyoruz!

Önce doğuda Erzurum ve Kars’ta, sonra batıda Balıkesir’de kızlı erkekli gençler Başbakan Davutoğlu’nun konuşmalarını “direniş için değil diriliş için buradayız” diyerek kestiler. 

Başbakan’ın katılımıyla yapılan AK Parti’nin beşinci olağan il kongrelerini izlemek için gittiğim şehirlerde “uyanmak”, “dirilmek”, “ayağa kalkmak”, “adil olmak”, “kuva-i milliye ruhuna sahip olmak” ve“güç birliği etmek” gibi kavramlar üzerinden üretilen siyasi söylem kürsüden gür bir sesle seslendirilirken tribünler de özgün terkiplerle karşılık verdi bu çağrıya.

Anlaşılan o ki Davutoğlu başkanlığındaki AK Parti, “yeni Türkiye” tanımının içini doldurmak için teşkilatını da, tabanını da yeniden mayalıyor. Her şeyin temize çekildiği, köklerin koordinatların sağlamlaştırılarak istikametin yeniden işaretlendiği bir strateji sanırım bu. Ülkenin doğusu batısı kuzeyi güneyi arasında mekik dokuyarak bir diriliş ruhu ekiliyor. Erdoğan başkanlığında çıkılan ve alınan yolun devamını hakkıyla ve yola ilk çıkıldığı zamanki gibi getirebilmek için girişilen bir çaba sanki.

Büyük şair İsmet Özel’in Türkiye’yi karış karış dolaşarak yaptığı konferanslar dizisine verdiği başlıkla söylersek bir tür “toparlanın, gitmiyoruz!” uyarısı yani. 

Hey arkadaşlar!

Aynı başlığı geçen hafta her birimizi sarsan “medya olayı” için de kullanmak istiyorum.

İç içe geçmiş pek çok duygu ve durumun yarattığı karmaşayla baş edebilmek ve istikameti bozmamak için böyle bir çağrıya ya da mottoya ihtiyaç olduğunu hissediyorum.

Dağılmamanın, toparlanabilmenin ilk şartı hak teslimini hakkıyla yapabilmek bana göre.

Yapabilmeyi diliyorum:

2000 yılında tanıştım Mustafa Karaalioğlu, Mehmet Ocaktan ve Yusuf Ziya Cömert ile.

Kanal 7’de üç yıl yapımcı-yönetmen olarak çalıştıktan sonra başlamıştım onların da görev yaptığı Yeni Şafak’a. Şimdi Milli Eğitim Bakanı olan sevgili hocam Nabi Avcı almıştı beni Kanal 7’de işe. İnsanın insanla, insanın ideallerle, insanın gerçeklerle... nasıl bir ilişki kurması gerektiğini Hocamdan öğrenmiştim.

İnsan kalabilmenin zorlu bir mücadele ve bedel gerektirdiğini tecrübe etmiş, insanı belirleyenin ideal olan ile reel olan arasındaki açmazda yaptığı tercihler olduğunu bilmiştim. Yaşım gençti ama pek çok konuda kesinleşmiş kararlarım, pekişmiş kanaatlerim, katı sınırlarım vardı. Muhtemelen çok kolay biri olmadım onlar için.

İnanmadığım, ikna olmadığım hiçbir işi yapmadım. İnandığım şeyi onlara karşı da savundum, onlardan savundukları şey konusunda beni ikna etmelerini bekledim. Zaman zaman onları yordum, canlarını sıktım.

Yedi yıl Yeni Şafak, sekiz yıl Star olmak üzere uzunca bir süredir birlikte çalışıyorduk. 20 yıla yaklaşan bu uzun süre içinde muhabirken editör, röportörken yazar oldum.

Yayın yönetmenim Mustafa Karaalioğlu iyi bir gazeteci olmanın yanı sıra çok iyi bir mesleki kaşifti ve içerden yani “mahallenin çocukları”ndan kim ile ilgili inisiyatif aldı, yatırım yaptı ise hiç yanılmadı. Bugün muhafazakâr medyada söz-kalem-makam sahibi kim varsa büyük yekunu Mustafa Abinin “keşfi”dir.

“Burada”ki medyada ama özellikle Star’da emeği çoktur. Star “Yendik Mi Lan!” türü basit kelime oyunlarıyla tiraj yapan Yılmaz Özdil gazeteciliğinin ırkçı, cinsiyetçi bir gazetesiyken el değiştirmiş, spor totocuların tercih ettiği bir gazete olmaktan haber ve fikir gazetesi olmaya terfi etmişti. Yani sadece çehresi değil okur kitlesi de tamamen değişmişti. 

Bu başarıda beni Star gazetesine davet eden Alev Er’in, sonrasında Ahmet Kekeç’in ve elbette kâğıttan ve mürekkepten ibaret kağıt parçalarına “ruh” üfleyen Karaalioğlu’nun emeği vardır. Keza Ocaktan’ın ve Cömert’in de.

İbrahim Kiras ise gazeteciden çok bir entelektüel olarak var oldu gazetede. Herkes ile saygın ve yakın bir ilişki kurdu. Şoför arkadaşlardan Kemal Bey’in dediği gibi “çok kral adamdı!”

Elif Çakır için ise en doğru tabiri Halime Kökce buldu. Çünkü Elif hakikaten “tek başına bir tabur gazeteci kadar iş yaptı”. Hep heyecanlı, hep telaşlı koşturdu durdu...  

Onlara da, onları özleyenlere de diyorum ki “hey arkadaşlar, toparlanın gitmiyoruz!”