‘Eðitimde Toplumsal Cinsiyet Eþitliðinin Geliþtirilmesi Projesi’ (ETCEP), sivil toplum gruplarý tarafýndan tepkiyle karþýlanýyor. 2000 yýlýnda Pekin’de düzenlenen Dünya Kadýn Zirvesi’nin düþünsel kavram olarak ortaya attýðý ve yýllar içerisinde normatif düzenlemelerle güçlendirilen ‘toplumsal cinsiyet’ (gender) kavramý, aslýnda kadýnlarýn dünya çapýnda yaþadýðý dezavantajlara çare aramak gibi masum bir temenniyi çaðrýþtýrýyordu. Özellikle Afganistan, Orta Doðu ve Afrika’da, savaþlarýn, iþgallerin, kýtlýk, susuzluk ve yoksulluklarýn kadýnlarý ve kýz çocuklarý çok kötü þeklide maðdur ediyor oluþu gibi gayet masum ve toplumsal sorumluluk bilinci izlenimi veriyordu.
Lakin bu ilk olumlu izlenimlerden sonra, Pekin çatýsý altýnda çalýþan sivil toplum örgütleri ve bazý akademi çevreleri, dünyadaki kötülüðün ‘erkek’ cinsinden kaynaklandýðý fikrine hýzlý ve radikal bir geçiþ yaptýlar. Veya eskiden beri böyle düþünüyorlardý da Pekin Konferansýndaki büyük kadýn buluþmasýnýn ýþýltýlý görkemi altýnda bizler bunu fark edemedik. Türkiye’de yoðun bir þekilde maruz kaldýðýmýz baþörtüsü yasaklarý ve kamusal alandan yasaklý oluþumuz da bizleri feminist çevrelere cidden yakýnlaþtýrýyordu o dönemlerde. Eþitlik kadar insan ruhuna güç ve onur bahþeden bir baþka fikir var mýdýr bilemem. Ama ‘gender’ idealinin sadece yüzeysel bir eþitlik coþkusundan ibaret olmadýðýný kýsa sürede anlayacaktýk.
Toplumsal cinsiyet teorisi, bize kadýnlýk erkeklik gibi kavramlarýn iktidar çatýþmasý sonucunda çýkan kültürel kavramlar olduðunu söyler. Yani her çocuk aslýnda unisex olarak dünyaya gelir ama biz onlara kýz veya oðlan çocuk konumlarý, rolleri veririz der. Çocuklara bu roller depolanmasa, onlar hem kadýnlýðýn hem erkekliðin iyi özelliklerini meczeden yeni bir cinsiyetsiz cinsiyet kurabilirler ve eskiye has tüm kaotik kargaþalar, iktidar ve güç çatýþmalarý biter derler.
Aslýnda feministlerin çok sevdiði bir düþünme tarzý olan yapýbozum tekniðinin kültüre ve sosyolojiye tatbik edilmesiyle þekillenen bu deneysel toplum teklifi, yýkýcý, imha edici bir yöntemdir, ben bu yazýda buna dikkat çekmek istiyorum. Kültürel, örfi ve dini toplum tekliflerini, güya özgürlükçü bir dil ile iflas ettirmeyi, yýkmayý amaçlayan marjinal düþünsel bir akýmý, toplumsal ana akým olarak tedavüle sokmayý nasýl baþardýlar? 2000 milenyumundan sonra, tüm uluslararasý evraka yavaþ yavaþ sýzan bu teori bugün ülkemizin eðitim ve sosyal politikalar programýnda ahkam kesmektedir. ‘Toplumsal Cinsiyet Eþitliði’ fikrinin geleneksel aile tanýmýný ve baðlarýný infilak ettirecek bir distopyasý var.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlýðýmýz ki bakan hanýmlarýn hepsi de sevdiðim ve desteklediðim kiþilerdir, ne yazýk ki hukuki evrak olarak BM’ye ve AB’ye baðýmlý olduklarý için bu sorunlu gidiþ konusunda pasif kaldýlar. Þimdi Milli Eðitim Bakanlýðýmýz da ayný handikapa evriliyor. Öðretmenler sýnýfta çocuklara ‘kýzým’, ‘oðlum’ diyemeyeceklermiþ…
Bizim medeniyetimizde, farklýlýklarýn bir arada ve uyum içinde yaþayabilmesi esastýr. Erkek kadýnýn düþmaný deðildir mesela. Azýnlýklar, çoðunluk tarafýndan boðulmaz, haklarý korunur. Yaþlýlar ile gençler çatýþma mekaniðinde deðil, merhamet ve tecrübe paylaþýmýnda buluþurlar. Doðu toplumlarý rekabet ve kaos ile deðil, kozmopolit bir dayanýþma ve toplumsal kosmos dinamikleriyle yaþarlar.
Tamam geleneklere tam olarak teslim olmayalým. Ama bir þey imha ederken de düþünelim. Herkesin birbirinin ayný olduðu tüm farklýlýklarýn kalktýðý bir düzey, ancak fabrikasyon üretimle kurulur. Toplumsal Cinsiyet Eþitliði, farklýlýklarýn kaldýrýldýðý bir toplum hayaliyle karþýmýza çýkarken, beraberinde beden endüstrisinin kapkaranlýk bir distopyasý yattýðýný lütfen fark edelim.