TRAJEDÝNÝN BÝR BAÞKA ADI: VAYÊ VAYÊ..

Mutlu bir an: Abdullah ve Özay öðretmen.. Brecht’in bir zamanlar sözünü ettiði, ‘kalpleri güçlendiren, ama sinirleri zayýflatan’ olaylar, cinayetler, infazlar  ne yapsak ne etsek peþimizi býrakmýyor..

Hayatýmda acý çeken yas tutan insanlar hiç eksik olmadý. Yaþadýklarý acýlarý, trajedileri, insana böyle bir þey  olmaz dedirten o dehþet verici hikayeleri,  bazen elim titreyerek, bazen yüreðimde bir þeylerin kanadýðýný hissederek baþka insanlara anlatmaya ve paylaþmaya çalýþtým. Hikayelerin gerçek sahipleri ve tanýklarýyla beraber saatlerce, günlerce vakit geçirdiðim ve karþýlýklý aðlaþtýðým zamanlar  oldu.

Bu insanlar, büyük acýlardan geliyorlardý, sonsuza kadar sürecek bir yasa mahkum olmuþ ve kuþatýlmýþ gibiydiler, ama her þeye raðmen istedikleri tek þey barýþ ve bir parça sevgiydi.

 ‘Altedilmiþ, yenilgiye uðratýlmýþ, boyun eðmeye zorlanmýþ’ binlerce kadýn ve çocuk için, barýþ hayali yaþamaya mahkum edildikleri bunca acý, zulüm ve iþkenceden sonra,  ‘altedilmiþliðe’ karþý mücadelenin bir biçimi olarak beliriyordu.  

Sözü fazla uzattým. Anlatmak istediðim bir hikaye var. Sýðmaz bu sayfalara biliyorum. Ama benimkisi ey insanlar, bir kadýn, 67 günlük bebeðini, birkaç fit yükseklikte, bir kargo uçaðýnýn içinde o bebeðin babasýnýn tabutuna kapaklanarak iki-üç defa emzirmek zorunda kaldý diye baþlayan bir hikayeyi özetlemekten ibarettir. . Böyle bir acý dünyada acaba kaç kadýný buldu dersiniz? Benim hiç fikrim yok doðrusu. Bu yaþýma geldim, Diyarbakýr cezaevinde koðuþ arkadaþlarýmýn can çekiþerek ölümüne þahit oldum, yanýmda 75 yaþýnda bir insaný vurdular, ama birkaç fit yükseklikte , genç bir kadýnýn, bir kargo uçaðýnýn ortasýnda duran eþinin tabutuna sarýlarak, 67 günlük bebeðini gözyaþlarý içinde emzirdiðine tanýk olmak, acýlarýn ve trajedilerin en büyüðü olsa gerek.

Özay ve Abdullah Ümit Sercan çifti bir yýl önce evlendiler. Benim doðup büyüdüðüm Midyat’ta görev yapýyorlardý. Özay öðretmen, eþinin ardýndan aðýt yakarken, ‘Midyat bir cennet dedim, onu buralara getirdim, meðer cehenneme davet etmiþim’ diyordu, titrek ama insanýn içini yakan bir ses tonuyla. 

Bu kahredici ölümden birkaç gün önce Abdullah Midyat’tan aramýþ ve oðlunu özlediðini söylemiþti. Özay öðretmen, Alanya’dan otobüsle yola çýktý. Ankara’ya gelecek ve buradan sabah 9’da kalkan Mardin uçaðýna binecekti. Öðleye doðru da, Mardin’de Abdullah oðlunu ve annesini havaalanýndan alacak ve beraber Midyat’a hareket edeceklerdi. Ama Abdullah eþi ve oðlu yoldayken, Midyat’ta vuruldu. Hastaneye bir arkadaþýyla beraber kaldýrýldý, ancak kurtarýlamadý. Bütün bunlar olup biterken küçük Ali, annesinin kucaðýnda derin bir uykuya dalmýþtý.. 

Acý haberi Özay öðretmen yolda aldý. Mardin uçaðýna bu defa Midyat’a gitmek ve sevgili eþiyle buluþmak için deðil, þehit kocasýnýn cenazesini alarak, ailenin yaþadýðý Alanya’ya getirip gömmek için bindi.

Mardin’de yapýlacak törene katýlmak için ben de o uçaktaydým. Ön sýralara yerleþtik. Abdullah’ýn annesi Gülten ve babasý Durmuþ Ali’nin oturduðu  sýrada, pencerenin kenarýndaydým. . Abdullah’ýn annesi Karslý ve Kürt,  babasý Konyalý, Türk.  Gülten ana, uçakta ve sonrasýnda yürek burkan aðýtlar yaktý. Gözyaþlarý sel olup gitti..

Baba Durmuþ Ali ise, etrafýna gururla bakýyordu, metanetini korumaya çalýþan bir yüz ifadesine sahipti. Onunla yan yana oturuyorduk. Kendimi tanýttým. ‘Neden böyle yapýyorlar?’ diye sordu. Hiçbir þey diyemedim. Sahi neden böyle yapýyor ve insanlarý durup dururken vuruyorlardý? Oðlunun ölüm haberini daha birkaç saat önce almýþ bir babaya ne söyleyebilir, neyi nasýl  anlatabilirsiniz.

Gülden ana, soru sormuyor,  ama, bir mucize yaratsýn ve oðlu geri gelsin diye beklenmedik mucizeler yarattýðýna inandýðý Allah’a yalvarýyordu.

Vayê Vayê..

Gülten ananýn yaktýðý aðýtlar bu Kürtçe kelimelerle baþlýyor ve bu kelimelerle de bitiyordu. ...Anayý yolcularla beraber zor zapt ediyorduk. Birkaç defa yere düþtü. Uçakta genç bir doktor, yardýma  geldi, nabzýný ölçtü..

Özay öðretmen ise inanmak istemiyordu Abdullah’ýn þehit edildiðine. Bir ara yanýna oturdum, ‘O ölmedi, o yaþýyor’ diyordu. Abdullah, uçak Mardin havaalanýna  iner inmez çýkýp gelecek ve küçük Ali babasýnýn kucaðýnda, içine yuvarlandýðý deliksiz uykusundan uyanacak, güzelim gözlerini açarak, Mezopotamya ovasýnýn bütün sakinlerine gülücükler yollayacaktý..

Ama bunlarýn hiç biri olmadý. Abdullah oðlunu ve eþini karþýlamaya gelmedi. Çünkü, Tur Abdin’in merkezinde, yani yüzlerce kültürün, inancýn yüzyýllar boyunca bir arada, saygý ve sevgi içinde yaþayýp gittiði Midyat’ta, siyasi amacýna daha fazla polis ve asker öldürerek ulaþmayý düþünen bir katilin  silahýndan çýkan ve kafasýna saplanan bir mermi, canýný bedeninden koparýp almýþtý. 

O, artýk bayraklarla örtülmüþ bir tabutun içinde, 26 yaþýn sonunda biten bir hayatýn son yolculuðuna çýkmaya hazýrlanýyordu.

Mardin’de tören yaptýk Abdullah için. Sayýlarý her geçen gün biraz daha artan, þehit ailelerine, halkýn ve törene katýlan arkadaþlarýnýn  huzurunda bir aile daha eklendiðini ilan ettik..

Boþuna uðraþýyor, yok yere cinayet iþliyorsunuz, bu ülkeyi ve bu halký bölemeyeceksiniz dedik..Arkadaþlarý, törene katýlan halktan kimseler, polisler ve askerler aðlýyorlardý. Ve daha sonra, Abdullah’ýn tabutu Mardin havaalanýna getirildi. O tabut, öncekiler gibi, kimbilir kaç yaralý ve ölüyü yýllardýr taþýyýp durmuþ bir kargo uçaðýnýn içine yerleþtirildi. Akrabalarýyla beraber o uçaða bindim. Alanya’ya doðru havalandýk. Bu kadar çok sevdiðim,  vekilliðini onurla yaptýðým Mardin’den ilk kez korktuðumu hissettim. Ýçim ürperdi. Mardin nasýl olur da gencecik insanlarýn yok yere katledildiði bir þehre bir coðrafyaya dönüþür diye içimden isyan fýrtýnalarý koptu.

Ali bebek, kargo uçaðýnýn motorundan çýkan gürültüden çok huylanmýþtý.. Uyumak istiyordu galiba ama, bir türlü uyuyamýyordu. Özay öðretmen ne yapsak ne etsek tabutun baþýndan ayrýlmýyordu. Ali, teyzesinin kucaðýnda, gözleri açýk, beyaz bulutlarý altýna almýþ o gürültülü kargo uçaðýnýn içinde etrafýna bakýnýp duruyordu. Üç saate yakýn bir yolculuktan sonra, Abdullah’ý topraða gömeceðimiz Alanya’ya vardýk. Halk öfkeli ve kalabalýktý. Güneþ yavaþ yavaþ batýyordu. Nemli, yapýþ yapýþ  bir sýcak Alanya’nýn üstüne çökmüþtü. Sahilde insanlar denize son dalýþlarýný yapmýþ, yazlýklara ve otellere çekilmeye hazýrlanýyordu.

Abdullah’ý gömdük. Ruhuna Fatihalar okuduk hep beraber..

O geceyi, uçak bulamadýðým için Antalya’da geçirdim. Otel odasýnda sabaha kadar düþüncelerle boðuþtum durdum. Bir þehit cenazesine ilk olarak katýlmanýn ve bu büyük trajediye þahit olmanýn yarattýðý karmakarýþýk düþünceler. Brecht’i bu nedenle hatýrlamýþ olmalýydým. ‘Kalpler güçlenirken, sinirleri zayýflatan olaylar..’ diyordu, zulüm ve þiddetin, iþkencenin ürünü hadiseler ve büyük trajediler için, böyle bir taným yapýyordu Brecht..

Brecht’in anlatmaya çalýþtýðý gibi hissediyordum gerçekten. Abdullah’ý ve Özay öðretmeni daha önce hiç tanýmamýþ olsam da, onlarýn acýsý benim de acým olmuþtu. Özay öðretmenin, Gülten ananýn ve kardeþim Durmuþ Ali’nin yasý beni de kuþatmýþtý.  Sinirlerimin biraz daha zayýfladýðýný hissetsem de, kalbimin, kardeþlikten, sevgiden ve barýþtan yana biraz daha güçlendiðini fark ettim.

Þehit cenazelerine katýlýn siz de , göreceksiniz sinirleriniz zayýflasa da, kalbiniz barýþtan ve sevgiden yana güçlenecektir..

Zaten barýþ ister tanýdýðýnýz ister tanýmadýðýnýz olsun bir insanýn hayatýna duyulan sevgiden baþka nedir ki?