“Tripoliçe katliamı” ne zaman, nasıl olmuştur, bilir misiniz? Tarihin en gaddar saldırılarına uğramış bir millet olarak Türkler, gerçek tarihlerini yazma kararı verdiklerinde, herkes bilgi sahibi olacak ve belki de yakın gelecekte 1995 Srebrenitsa Soykırımı gibi özel bir günle anılacaktır.
Kut ül Amare zaferini gençliğinin bilgisine yeniden kazandıran Türkiye, “Tripoliçe Katliamı Anma Günü” ile de “Yunan vahşetini” belgelemek ve yaşanılan soykırımı her yıl o milletin yüzüne bir tokat gibi vurmak durumundadır.
Vahşet, Yunanistan’ın Osmanlı’dan ayrılma savaşı çerçevesinde kuşatılan Tripoliçe kasabasının 23 Eylül 1821 günü Rum çetelerin eline düşmesiyle başlamıştır.
Belgelenmiş katliam şöyle anlatılır:
Üç gün boyunca şehrin sakinleri, bir vahşi çetenin kötülüğüne ve keyfine bırakıldı. Yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. Kadınlar ve çocuklar, öldürülmeden önce işkencelere tabî tutuldu. Katliam o kadar büyüktü ki, Kolokotronis kapıdan hisara kadar atının ayaklarının yere hiç dokunmadığını söyledi. Şehirdeki Yunan zaferinden sonra yol kenarları cesetler ile doldu. Kadınların ve çocukların bulunduğu Müslüman kitleleri, yakınlardaki dağlarda sığır gibi doğrandı. (Yunan Bağımsızlık Savaşı 1821-1833, Walter Allison Philips)
Yunan komutan Teodoros Kolokotronis’in geride bıraktığı günlüğe göre, Tripoliçe’deki 35 bin Türk’ün tamamı 3 gün içinde öldürüldü!..
Amerikalı tarihçi Justin Mc Carthy, Türkler’in Balkanlar’dan sökülüp atılmasını incelediği çalışmalarında 1821-1922 arasında 5.5 milyon Müslüman’ın Avrupa’dan sürüldüğünü, 5 milyon Türk ve Müslüman’ın da katledildiğini belirtir.
Tripoliçe, aslında tam 101 yıl sürecek Balkanlar ve Kafkasya’daki “Türk soykırımının” da başlangıcıdır.
1910-1920 arasında 535 bin Türk’ü “kesmiş” Ermeni soykırıma uğradı, ama Türkler savaş ortamında “öldürülmek zorunda kalındı” öyle mi? Geçiniz…
İngiliz tarihçi William St.Clair Yunan ayaklanmasının en kanlı bölümünü oluşturan Mora’daki katliamları anlatırken, “Mora’daki soykırım, ancak, öldürecek başka Türk kalmadığında sona erdi” der. 19’ncu yüzyılın ortalarında yaşanılan bu soykırım, Yunan ordusunun 1919-1922 arasında Batı Anadolu’da sergilediği büyük vahşetin de habercisidir.
Bütün bunları yapmış bir milletin bir de utanmadan Pontos Soykırımı masalıyla Ermenilere yamanma gayretini ıskalamaya hiç niyetim yok.
6-8 Aralık tarihlerinde Atina’da yapılan sözde soykırım toplantısında, bu ülkenin pasaportunu taşıyan iki kişinin Cengiz Aktar ve Tamer Çilingir’in de Yunan görüşleri doğrultusunda orada yer bulması ilginçtir.
Cengiz Aktar, sanırım, 22.Mayıs.2019 tarih ve Pontos Soykırımının 100.Yılı başlıklı yazısında yer alan şu tür cümleler ile bir koltuk edinmiş:
Bu dönümlerden biri olan 1919 Pontos Soykırımı münasebetiyle, Gayrimüslimlerin tamamen yok edildiği Türkiye’nin, bulunduğu bölgede dinen en homojen ve aynı zamanda en steril memleket hâline geldiğini hatırlatayım.
Aktar’ın “araştırmacı” olarak tanıttığı, Tamer Çilingir’in Pontos Gerçeği kitabını hangi düşünce kimyasında yazdığını da aynı yazıda söz konusu zatın 2016 tarihli Agos söyleşisine atıfta bulunmasından anlıyoruz. Şöyle lafları var:
1894 yılında Abdülhamid’in Ermenilere yönelik katliamlarıyla başlayıp, 1915’te İttihat ve Terakki yönetimi tarafından 1,5 milyon Ermeni ve 300.000’e yakın Süryani’nin hayatına mal olan Büyük Hıristiyan Soykırımı’nın son etabıdır Pontos Rum Soykırımı.
Bu zat Gazi Mustafa Kemal’e de sataşıyor:
Mustafa Kemal’in 1919 yılında Samsun’a gelişiyle bu süreç tamamen yok etme sürecine evrilecektir. Mustafa Kemal’in ilk yaptığı iş Topal Osman ile görüşmek olur.
Tek kelimelik yorum: Utanmazlık!..
Emperyalist işbirlikçiliğinin düşük bir karakteri mi bunlarınki, bilemem, ruh bilimcilerin uzmanlık alanıdır, bence araştırsınlar…