Veliaht prens Muhammet bin Selman, Suudi Arabistan’da kapsamlý bir taht temizliði yaptýðý zaman, bu harekatýný ýlýmlý Ýslam ve yolsuzlukla mücadele olarak ifade etmiþti.
Bu iki gerekçe, ayrý ayrý ve uzun uzun tartýþýlabilecek nitelikte. Ancak anlaþýldýðý kadarýyla söz konusu gerekçelerin derinlemesine tartýþmanýn Suudi Arabistan açýsýndan pek anlamý yok; zira bu Trump’ýn “Ortadoðu Barýþ Planý’nýn kodlarý.
Times Dergisi’nin yaptýðý habere göre Trump’ýn ayrýntýlarýna vakýf olamadýðýmýz bir planý bulunuyormuþ. Birçok kiþi, þükür, sonunda Trump bir plan yapabilmiþ diye düþünebilir. Aslýnda hemen tüm ABD baþkanlarýnýn bir Ortadoðu Barýþ Planý bulunur; bazýlarý bunu savaþla temin etmeyi öngörür, bazýlarý diplomasiyle. Ancak yine hemen her ABD baþkanýnýn bu barýþ planýnýn merkezinde Filistin-Ýsrail sorunu bulunur ve tarihe de bu sorunu çözen lider olarak geçme beklentisiyle planlar yapýlýr. Çoðu plan, iki devleti bir uzlaþma masasýna oturtmayý baþarmak üzerine tasarlanýr; Trump’ýn planý ise bunlardan farklý gözüküyor. Onun barýþ planý, çatýþan taraflarý barýþtýrmak üzerine kurgulanmýþ gibi deðil.
Planýn baþ oyuncusu
Suudi Prens’in uygulamalarý ve açýklamalarý, Trump’ýn Ortadoðu planý hakkýnda epeyce ipucu veriyor. Veliaht Prens, önce Suudi Arabistan’ýn “radikal” eðilimlere ve gayet tabi bu eðilimi desteklemek adýna harcanan paralara ket vurma süreci baþlattý. Böylece hem sermaye tek merkezde toplandý ve bu yolla ABD’den alýnan yüklü miktardaki silahlarýn parasý kolayca ödenebilir oldu. Hem de Trump’ýn görmek istediði türden bir Ýslam garantisi verildi.
ABD’nin Suudi Arabistan’a güvenmesini saðlayacak, daha ziyade Trump’ýn içeride eleþtiri almasýna engel olacak koþullar hazýrladýktan sonra, iki ülke Ortadoðu geneline dair plana hýz verdiler.
Lübnan Baþbakaný Hariri’nin istifasýný bizzat Suudi Arabistan’a gelerek sunmasý normal bir durum gibi sahiplenildi ve sýkýntýlara kendi ülkesinde çözüm aramasý gereken bir siyasetçi, baþka bir ülkeden yardým ister hale geldi. Hariri ile Prens’in yakýn arkadaþlýðý bu iliþkiyi normalleþtirmeye yeter mi, bilinmez. Ancak hem yolsuzlukla mücadele açýsýndan büyük bir gaf olarak görülebilir, hem de Lübnan baþbakanýnýn ülkenin anahtarýný Suudilere verdiðini.
Anlaþýlan o ki, zaten barýþ planý denen þey bu.
Uygun lider
Lübnan’dan sonra Suudi Prens’in ikinci hamlesi Filistin’e yönelik oldu ve Abbas’a ültimatom verdi. Ültimatomun konusu, Abbas’ýn ABD planýna uymasý; uymazsa onun da istifa etmesi.
Bu üç örnek gösteriyor ki Trump’ýn planý Suudi Arabistan’da “ýlýmlýlarýn” iktidarda kalmasý, Lübnan’da Hizbullah’ý, Filistin’de de Hamas’ý saf dýþý býrakacak kiþilerin liderlik koltuðunda oturmasý. Böylece her ülkede Trump’ýn istediði liderler olunca, barýþ da kolayca saðlanabilecek. Bu arada ýlýmlý olmayanlar ile Hizbullah ya da Hamas’ý destekleyenlerin buharlaþmayacaklarý düþünülürse, onlara yönelik ne yapýlacaðýnýn açýk olmadýðýný da belirtmek gerekiyor.
Plana göre “uygun lider” yaratýlmasý iþi, Suudi Arabistan’a verilmiþ; Prens de Körfez’den baþlattýðý azarlama-cezalandýrma sürecini Lübnan, Filistin, Yemen ile geniþletmeyi iþ edinmiþ. Bu durumda Mýsýr’daki “uygun lider” örneðinin tüm Ortadoðu için en pratik çözüm olarak görüldüðü anlaþýlýyor. Hal böyle olunca Suriye konusunun da nasýl bir gelecek beklediði öngörülebilir. Ýçinde Ýran etkisi olmayan, silah alacak kadar parayý bulma kapasitesine sahip, “ýlýmlý”, Suudi direktiflerine uyarken Putin’i de kýzdýrmayacak bir ekip konusunda anlaþmaya varýldýðýnda, bölgeye barýþ gelecek.