Türk dünyası, kimin Dünyası?

Uzun zamandır konu üzerine gözlemlerimi not etmekteyim. Türk dünyası birliği fikrinin şimdiki kadar popüler olmadığı dönemlerde konuya gönül vermiş, inanmış ve siyaseten hayat yolu edinmişlerin eleştirildiği, hor görüldüğü hatta tehlikeli olarak tanımlandı.

O dönemlerde tüm koca coğrafyada bu birlik fikrinin kimler tarafından tehdit, kimler tarafından hayal, kimler tarafından dava konusu olduğunu zannımca konuya hakim herkes bilmektedir. Ama bir gerçeklik şuydu: fikrin popüler olmadığı dönemlerdeki hali şimdikinden farklıydı. Yani biraz açayım, siyasi al-ver konusu olmaktan uzaktı, çünkü "alıcısı" pek fazla yoktu.

Şimdi neden konuya bu kadar hassas yaklaşmamız gerektiğini birazcık açayım. Türk Birliği fikri, çoğu aydın, bilge ve siyaset adamlarının gündeminde olmuştur. 1990'ların başından itibaren eski Sovyetler Birliği içindeki Türk devletlerinin de siyasi motivasyonunda ciddi yer edindi. Tabii tam da o dönemlerde pek fazla gelecek vaat eden siyasi retorik içermediği için pek çok siyasinin gündeminde olmazdı. Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı rahmetli Ebulfez Elçibey örneğinde olaya bakarsak, bu söylemi benimsemiş, toplumun gündemine sokmuş ve bu fikri siyasi içeriğe dönüştürerek iktidara gelebilen neredeyse yegane siyasi isim olarak tarihe geçti.

Peki şimdiki durum, geldiğimiz noktaya sevinelim mi?

Gelinen nokta olağanüstü kıymetli bir durumdur. Türk devletlerinin başındaki isimlerin çoğunun geçmişte bu fikre mesafeli olduğu, hatta bu fikri pek benimsemediklerini bilmeyen yoktur. Tabii bu duruma objektif nedenlerin olduğunu da es geçmemek lazım. Orta Asya'daki devlet başkanlarının şimdiki motivasyonlarına bu birlik fikrinin hakim olmasını önemsemek lazım. Ama bunu yaparken konjonktürel şartları doğru okumamız gerektiğine inanıyorum. Hayalini kurduğumuz, zor görünen birlik fikrinin yeni dünya şartlarında önemli yere sahip olması bir taraftan fırsat, diğer taraftan ise ihtiyatlı olunması gereken bir konu olarak karşımızda. Kulağa, göze iyi gelen söylemlerin altı teknik olarak boş, içeriği ise küresel güçlerin elinde aparata dönüşme durumunu görebilen tek kişi olmadığından da eminim.

Söyle izah edeyim: Bir zamanlar bu konuyu siyasi yol edinmişleri kendi ülkelerinde tehdit olarak gören zihniyetin, şimdi aynı konuları devlet siyaseti haline getirmesi inanmışlık değil, daha ziyade konjonktürel fırsat olarak masada. Böyle olunca fikrin içeriğinden daha ziyade kullanışlı aparat olma ihtimali artmış olur ve bu fikre, zikre ileride köstek rolü oynar. İkincisi ve en tehlikelisi, bu fikri kendine küresel aparat olarak görme eğilimi artmaktadır.

Mesela TURAN fikrini kimler ve hangi motivasyon ile kullandığına iyi bakılmalı. Batı'nın Rusya, Çin karşıtı aparat olarak gördüğü Turan fikri ile tam aksi Rusya ve Çin'in Batı ittifakına karşı kullanmak istediği Turan fikrinin gerçekten Türk devletleri ile ne alakası olduğunu iyi okumalıyız. Ve elbette beni en fazla rahatsız eden kısmı, İslam değerlerinin "Arap değerleri bahanesi" altında Orta Asya bozkurtlarından çekip alma isteğinin yavaş yavaş gözükür olmasıdır. Böyle bir durumda içeriği belirlenmemiş, teknik olarak altı doldurulmamış fikrin kolaylıkla her siyasi eğilime teslim olma ihtimali yüksektir.

Türkiye ve Azerbaycan ittifakı üzerinden aslında çoğu soru işareti giderilebilir. Ortak dil, tarih bunlar güzel ve önemli ama en önemlisi ortak fikirdir! Ve bu ortak fikrin mimarı devletlerin kendileri olmalı. Soros Vakfının ilgi alanı olan Turan beni tedirgin ediyor ve hepimizi etmeli. İngiltere, ABD ve yahut Avrupa'nın farklı motivasyonlar için gördüğü bu fikrin altı oluşturulurken bu ileride tehdit olacak durum göz önünde bulundurulmalı. Yani kısacası siyasi irade olan iktidarların bu fikrin geleceğine dair nihai hedefleri açık ve şeffaf olarak tanımlanmalıdır. Yeni başlıyor, doğru. Ama gömleğin bir düğmesi yanlış bağlanırsa gömleğin son düğmesinin de iliksiz kalacağı şüphesizdir. O nedenle bu ulvi fikrin al-ver konusuna dönüşmemesi elzemdir. Birilerinin siyasi kariyeri için kullanışlı koz, diğerinin ise nihai hedefleri için aparatı olmaktan koruyabilirsek bu muazzam fikir ve zikir ile yolculuğumuz, mensup olduğumuz Türk İslam medeniyetinin yeniden intibahına hizmet etmiş olur.