Türk halký neden AB’yi istemiyor?

Bu sorunun bir tek cevabý var: “Ýstemiyor... Çünkü daha fazla aþaðýlanmak istemiyor.”

Eþit ortaklýðý temel almýþ üyeliðe herhangi bir itiraz yok. Ama mevcut tutumu ve çifte standartlý politikalarýyla AB, Türk halký için artýk “hedef” olmaktan çok uzak. 

Bir araþtýrma kuruluþunun anketine göre, vatandaþlarýn yüzde 52’si AB’ye olumsuz bakýyor. Yüzde 68’i de, “AB’nin Türkiye’ye karþý tutumunun deðiþmeyeceðini” düþünüyor. 

Geçtiðimiz aylar içinde bir rapor yayýnlandý. AB’nin 2018 Türkiye Ýlerleme Raporu

Kimse oralý olmadý. 

Muhalefet cephesinden (özellikle CHP’nin konsolosluktan dönme milletvekili tarafýndan) “AB müzakere süreci baþladýðýndan bu yana en sert rapor. Bu rapor, bu hükümetle bir þey olmayacaðýna iliþkin rapordur...” gibilerden yalan yanlýþ açýklamalar yapýlý ama dönüp bakan olmadý. 

Konu Türkiye’de tartýþýlmadý bile... 

Evet, en sert rapordu. 

Bu rapora bakarak, AB’yle iliþkilerin neresinde olduðumuzu, tam üyelik konusunda ne kadar ilerleme kaydettiðimizi ve AB ülkelerinin bize nasýl baktýðýný (yani oralarda nasýl göründüðümüzü) öðrenecektik. 

Bir tür karne, kanaat notu ya da tespitler listesiydi... 

Nedense, umursamadýk bile... 

Neden acaba? 

Bunun nedeni üzerinde, Türkiye deðil, öncelikle Türkiye’yi alma niyeti olmadýðý halde “alacakmýþ gibi yapýp” üzerimizde tahakküm kurmaya çalýþan AB ülkeleri düþünmelidir. 

Hemen söyleyelim: 

Karnemiz kýrýklarla dolu. 

Ne yaparsak yapalým, hangi yasalarý çýkarýrsak çýkaralým, hangi tavizleri verirsek verelim, kendimizi bir türlü AB’ye beðendiremiyoruz. 

Ýliþkilerin “çok çok iyi” olduðu dönemlerde de (“Avrupa Birliði bizim için her þeydir, biz AB’siz yapamayýz” diyenlerin Cumhurbaþkanlýðý yaptýðý ve AK Parti karar mekanizmalarýnda yer aldýðý dönemlerde de) kendimizi beðendiremiyorduk. 

Bütün ev ödevlerini bihakkýn yerine getirsek bile, önerilen þey, eþitlik temelinden uzak bir ortaklýktý... “Cicim aylarýný” yaþadýðýmýz dönemde bunu açýkça dile getiriyorlardý zaten. “Tam üye deðil de, ayrýcalýklý ortak olabilirsiniz” diyorlardý. 

Daha doðrusu þu: 

Gümrük Birliði’nden kaynaklanan “yükümlülüklerimizi” ve mali yükümlülüklerimizi yerine getireceðiz, karþýlýklý ticari anlaþmalara sadýk kalacaðýz, AB vatandaþlarýna tanýdýðýmýz imtiyaz ve kolaylýklarýn devamýný saðlayacaðýz; kýsacasý “AB ülkelerine para kazandýrmaya” devam edeceðiz ama “tam üye” olamayacaðýz, tam üyelikten kaynaklanacak imkânlardan faydalanamayacaðýz. 

Bunun karþýlýðýnda, onlar partner (ticari partner) sýfatýmýzý lütfen kabul edecekler ve AB’nin siyasi yörüngesinde kalmamýza (yine lütfen) izin verecekler. 

En iyi dönemlerimizde bize önerdikleri “statü” böyle bir þeydi. 

Kaldý ki, tam ve eþit ortaklýða izin çýksa bile, mevcut üyelerden birinin durumumuzu tartýþmaya açmasý, yani adaylýðýmýzý referanduma götürmesi, “ortaklýðý” külliyen ortadan kaldýrýyor. 

Diyelim ki “Kýbrýs Rum Kesimi” ya da “Avusturya” konuyu referanduma götürdü ve “hayýr” kararý çýkarttý... 

Üye olamýyoruz. 

Üye olamadýðýmýz gibi, ticari ortaklýktan elde ettikleri, yani sýrtýmýzdan kazandýklarý da yanlarýna kâr kalýyor. 

Bu aleni saygýsýzlýða (hatta terbiyesizliðe) raðmen AB’ye “evet” diyecek, ülkenin yönetimini Brüksel’e teslim edecek halimiz yok. 

Mahut “ilerleme raporu” iþte bu nedenle tartýþýlmadý. 

Konu, bu nedenle siyasetin gündeminde yer almadý.