Türk Ocağı Eski Başkanı: Nuri Gürgür: Kimlik onurdur, Kürtler de ‘ben Kürdüm’ diyebilmeli



Kürtçenin yasaklanmasının ne kadar vahim bir hata olduğu ortada. Demokratikleşme 75 milyonun ihtiyacıdır ve elbette kimlikleri insanların onurlarıdır. Herkes kimliğini ifade edebilsin ama kimse Türklerin Türklükten vazgeçmesini istemesin. 


Türkiye kimsenin ölmediği, annelerin ağlamadığı bir huzur ortamını sağlamaya, ortak ve güzel geleceğini kurmaya çabalıyor. Bunu bir yandan yeni sivil demokratik anayasayı mümkün kılarak, bir yandan son 30 yılını kana boyayan PKK’ya silah bıraktırarak yapmak istiyor.


Yeni çözüm sürecine toplumsal destek umulanın üstünde olmasına rağmen Meclis’teki muhalefet partilerinin kafası karışık görünüyor.


CHP henüz yapacağına, ne diyeceğine karar vermiş gibi görünmüyor.


MHP ise bildiğimiz bir ezberi, güncele uyarlama ihtiyacı bile duymadan tekrarlıyor. 


İyi ama bu durum Türkiye için sürdürülebilir, ötelenebilir bir durum mudur?


Aynı fikri, siyasi havzalar içinde olsalar da, partilerden bağımsız varlıklara sahip olan kesimlerin çözüm süreciyle ilgili düşünceleri, önerileri, kırmızıçizgileri nedir?


Örneğin bir asrı aşan Türkçülük düşüncesinin mirasçısı olan ve kurumsal varlığını 100 yıldır sürdüren Türk Ocağı çevresi Kürt sorunun çözümü, milliyetçilik dahil yeni anayasa bağlamında gündeme gelen tartışmalı başlıklar, yeni çözüm süreci hakkında ne düşünmektedir?


Türk Ocağı’na 18 yaşında giren ve bir ömür boyu orada bulunan, 1996-2012 tarihleri arasında ise 16 yıl boyunca bilfiil Türk Ocakları Genel Başkanlığını yürüten Nuri Gürgür ile konuştuk. Halen Türk Ocakları yönetim kurulu üyesi olan Gürgür, aynı zamanda ATO Meclis Başkanlığı yapmakta.


Malum, nihai hedefi PKK’ya silah bıraktırmak ve hayatı normalleştirmek olan, yürüyen bir süreç var. Çözüm sürecine dair bakışınız ne?


Elbette Türkiye’de uzun yıllardır devam edegelen bu problemin halledilmesi barışın sağlanması, aklıselim sahibi herkesin ortak arzusu. Bunun nasıl olacağı sorusu, problemin çetin yanını teşkil ediyor. Çünkü PKK dediğimiz olay, sadece Kandil ve çevresine yerleşmiş 3-5 bin militanın meydana getirdiği bir hareket değil. Bu hareket 30 yılda fevkalade gelişmiş derinleşmiş, toplumsal taban edinmiş, uluslar arası ilişkiler ağı kurmuş bir sarmal. Bu kadar büyümüş bir hareketin bir iki hamleyle, İmralı’da yapılan görüşmelerle, üstelik kısa sürede çözülmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmaz. O yüzden herkesin serinkanlılıkla ve objektif olarak değerlendirmesi lazım.


Siz şu an nasıl yürüdüğünü düşünüyorsunuz?


Öcalan’ın görüşme notlarının yansıması eleştirildi ancak ben bunu yararlı buluyorum. Çünkü orada Öcalan fotoğrafı kamuoyuna yeniden yansıdı. Psikolojik sıkıntılıları olan, megaloman, narsist biri olduğu, diğer taraftan bazılarının sunduğu gibi barış havarisi olmadığı, bir takım hedeflerinin olduğu teyit edildi. Notların yayınlanması da Öcalan’a yaradı. Kendi kesimlerinde oluşan tereddütler, acaba anlaştı mı, ucuza mı gitti şeklindeki tereddütler Öcalan’ın notlardaki mesajlarıyla önlenmiş oldu. Bu açıdan Öcalan’ın oradaki mesajları sadece Kandil’e değil bütün kesimlerine verilen mesaj niteliğindeydi. 


BAŞBAKAN’IN MESAJI AÇIK NET VE ÇOK GÜÇLÜ


PKK tabanının sürece desteğini, dolayısıyla sürecin sürmesini sağlayan etkisi mi oldu yani?


Sürecin nasıl olacağını, ihtimallerin neler olabileceğini satır aralarında görmek mümkün olabiliyor. Bir kere Öcalan orada, hükümetten farklı düşündüğünü ortaya koydu. MİT’le yaptığı görüşmelerde silah bırakacağını belirten bir yaklaşım içersindeyken, yayınlanan notlarda bunun şartlarını ortaya koyarken aynı zamanda önemli bir hususu vurguluyor: Türkiye’den çekilmek gerillanın biteceği anlamına gelmez, İran’da 50 bin, Suriye’de 40 bin, Kandil’de 10 bin gerillamız var, alanımız genişleyecek diyor ve ekliyor. Eğer çözüm önerdiğim şekilde olursa hepimiz özgür olacağız ben de dahil. Olmazsa 50 bin kişilik savaş söz konusu, diyor. Bu bir bakıma bir tehdit anlamına geliyor.


Sayın Başbakan, örgüt silahlarını bırakıncaya kadar terörle mücadelemiz sürecektir diyor.  Bu çok büyük bir mesaj olarak açık ve net olarak söylendi ve tekrarlandı. Şimdi örgütün silah bırakacağı aşamaya gelmek için birkaç merhale var. 1) 21 Martta karşılıklı ateşkes ilan edilecek deniyor. 2) Kuzey Irak’a çekileceğinden bahsediliyor örgütün ama tarih verilmiyor. Kandil ise iki yıl içinde şartlara bağlı olarak olabilir diyor. 3) Silahların bırakılması, terörün sonlandırılması ise tamamen belirsiz.


GERÇEKLERDEN UZAKLAŞMAYALIM


Yani?


Gerçekçi olarak değerlendirilmesi gereken konu şu: Bu aşamaların her birinde örgüt, Öcalan veya Kandil’dekiler, attığımız adımlar devlet tarafından karşılanmıyor dedikleri anda terörü önleyecek herhangi bir unsur var mı? Yok. Bunu yapma ihtimalleri var mı? Var. Elinde silah olan her zaman kullanabilir. Zaten PKK varlığını terörize etmesine borçludur. Silahı şiddeti yöntem olarak kullanarak bölge insanının düşüncelerine, kararlarına, gündelik hayatlarına hükmedecek hale gelmiş bulunuyor. Örgütün silahı bırakmak suretiyle bu kadar büyük bir inisiyatiften vazgeçmesi rasyonel görünmüyor. Nitekim Türkiye’de bazı liberal sol aydınlar, PKK özgürlüğünü elde etmeden silah bırakmamalıdır şeklinde önleyici ifadeler kullanıyorlar. Bu açıdan Türkiye’de insanların sonradan hayal kırıklığıyla karşılaşmasına yol açacak gereksiz bir iyimserlik havasının oluşmasını erken ve yanlış buluyorum. Bu, toplumun haleti ruhiyesini sarsar, büyük karmaşalara sebebiyet verir. Gerçeklerden uzaklaşmamalıyız.


ASAYİŞ MESELESİ ZANNETMEK HATAYDI


Bir diğer gerçek de, çözüm bulunmadıkça maalesef ölümlerin süreceği, şehitlerin geleceği, üzerlerinde PKK üniforması olsa da bu ülkenin çocuklarının ölüyor ve ölecek olması. Sorunun büyüklüğünü ve çok katmanlı çok boyutlu hale geldiğini belirttiğiniz. Gerçekçi olunmalı diyorsunuz. Peki, çözümü siz nerede görüyorsunuz?


Bizim farklılıklarımız ortaklıklarımızdan daha azdır, müştereklerimiz çok daha fazladır. Türkiye’nin temel politikası, bin yıldır devam ede gelen toplumsal kaynaşmanın güçlendirilerek devam etmesini sağlayacak bir çizgide olmalı. Erken Cumhuriyet döneminde otoriter jakoben modernlik anlayışı toplumsal travmalara yol açtı. Bu sadece Kürt kökenliler için değil, dindarlar için de, siyasi düşünceleri farklı olanlar için de böyle oldu. Takriri Sükûn kanunuyla Türkiye otoriter bir rejime girdi. Toplumsal mühendislik projesi uygulandı. Çok partili hayata geçilince de konunun mahiyetini yeterince ifade etmediler, sorunu görmezden geldiler, halının altına süpürdüler. Daha sonra PKK’nın ortaya çıktığı yıllarda da olayı bir asayiş meselesi olarak gördük algıladık. Türkiye bu 80 senelik zamanda izlemesi gereken politikaların uzağında kalmasından dolayı PKK bugünkü mahiyetine büründü. Bu açıdan devletin izlemesi gereken çok kapsamlı politikalar var. Güvenlik politikası bu işin başat unsurudur. Elinde silah olan bir örgüte karşı gerekli silahlı mücadeleyi yapmazsanız alanı onlara teslim etmiş olursunuz. Dolayısıyla güvenlik politikasının eleştirilmesi kesinlikle yanlıştır. Ama bu yeterli değil. Türkiye 1999’da Öcalan’ın yargılanması sürecinde konseptin değiştiğini algılayabilmiş olsaydı, o güne kadar sadece güvenlikle yürütülen politikanın kapsamlı bir devlet politikası haline gelmesi gerektiğini iyi idrak edebilmiş olsaydı durum çok farklı olurdu. Bunun yanı sıra binyıllık medeniyetin oluşumunu sağlayan ortaklıklarımızı genişletmeliydi.  


DİLEYEN KÜRTÇE KONUŞABİLMELİ, BEN KÜRDÜM DİYEMELİ


Çözüm süreciyle ilgili kırmızıçizgiler neler olmalı size göre?


Konu Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından sadece belli bir bölgeye yönelik olarak değil genele yönelik olarak ele alınmalıdır. Türkiye’nin demokratikleşmesi 75 milyonun ihtiyacıdır. O yüzden belli bir etnik gruba yönelik olmamalıdır. Bunlar temel bireysel hak ve özgürlükler konusunda Türkiye bütün eksikliklerini tamamlamalı. İnsanımızın bu anlamda Avrupalılardan hiçbir eksiği olmamalı. İnsanlar bu ülkede dillerini de konuşabilmeliler. Kürtçenin yasaklanmasının ne kadar vahim bir hata olduğu bugün ortaya çıkmış vaziyette. Ve elbette kimlikleri insanların onurlarıdır. İfade edebilmeli. Ben nasıl Türk olduğumu söylüyorsam bir Kürt de Kürt olduğunu söyleyebilmeli. Ama bunların bir etniklik üzerinden kolektif bir grup hakkı olarak verilmesi Türkiye’yi kesin olarak ayrışmaya götürür. “Barışı bu sağlar, haklarını vermediğimiz için böyle oluyor, verirsek entegrasyon sağlanır” denemez. Bu, dünyada benzeri görülmemiş bir safsatadır. Kesinlikle katılmıyorum. Etniklik üzerinden yürütülecek bir politika –şu anda BDP etniklik üzerinden politika yürütmeye çalışıyor- son derece yanlıştır.


VATANDAŞLIK TANIMI, 1924 ANAYASASI


Türkiye hem terör belasından kurtulmaya, Kürt sorununu çözmeye bir yandan da yeni sivil bir anayasa yaparak darbe anayasasını bir utanç vesikası olarak geride bırakmaya çalışıyor. Her iki sürecin çakıştığı noktalar bariz. Bunlardan biri de 66. maddede tanımlanan vatandaşlık. Vatandaşlığın nötr hale getirilmesi, Türk vurgusundan arındırılması tartışılıyor. Sizin fikriniz ne?


BDP’nin istediği şekilde Türk kavramının anayasadan çıkarılması sorunu çözmeyeceği gibi ayrışmayı kışkırtır. 1924 anayasasının 84. maddesinde son derece anlamlı bir ifade var: “Türkiye ahalisine dil ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” deniyor, ta 1924’te. Burada bir etnik yok, dil ırk farkı gözetilmiyor. Türklük bir medeniyet kimliği olarak ortaya çıkıyor. Temel yaklaşımımız bu olmalı. Türklük bir etnisite olarak değil bir medeniyet kimliği olarak ortaya çıktığında ortaklıklarımızı sağlamlaştırmış oluruz. Sırrı Sakık’ın Meclis’te sarf ettiği o talihsiz “Kiminiz Balkanlar’dan kiminiz Rumeli’den geldiniz, biz buranın yerlisiyiz” ifadesinin yanlış olduğu ortada. Halbuki Türklük bir medeniyet unsuru, projesi olarak algılanmalı çünkü Türklük tüm o coğrafyalardan gelenlerin ve burada olanların ortak eseri olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu yaklaşım sürdürülmeli, kesinlikle taviz verilmemelidir.


TÜRKLER TÜRKLÜĞÜNDEN VAZGEÇMEZ


Erken Cumhuriyet döneminde kafataslarının ölçüldüğü, Türklüğün dediğiniz gibi değil de basbayağı etnik vurguyla öne çıkartıldığı, Kürtlere karşı hiyerarşik üstünlük taslandığı ve eziyet edildiği somut vakıa. Benzer uygulamalar ve yaklaşımlar sonucunda Türklük, en azından PKK tabanı için ortak elde edilmiş bir üst kimlik olarak algılanmıyor. Bilakis. Ve bu alerjinin beslediği bir terör örgütü var. Ve bugün Türklüğün öyle değil de böyle olduğunu söylemek ateşi ne yazık ki düşürmüyor. Ne yapacağız?


Şimdi oranın ateşi düşmüyor da, bunu yok saydığınız zaman da buranın ateşi yükselir. Taha Akyol’un bir ifadesi vardı: “Orayı siz Kürdistan yaparsanız burası da Türkistan olur”. BDP’liler barıştan, anlaşmadan, kaynaşmadan bahsediyorlar, tamam ama gerçekleri de görmeleri lazım. 75 milyonun içinde kendileri dışındakilerden kimliklerini yok saymalarını talep etmenin imkânsızlığını kabul etmeliler.


TÜRKLÜK ETNİK DEĞİL MEDENİYET KİMLİĞİ


Türklerin Türklüğünü unutmasının imkânsızlığını mı yani?


Ortada bir vakıa var. Kendini Türk kökenli saymayan biri bile bu coğrafyanın, medeniyetin, yapının içinde kendini Türk telakki ediyor. Bunun tipik örneği Boşnaklardır. Boşnakları Avrupalılar Türk olarak görür. Boşnaklar da kendilerini böyle görür. Bu etnisite değildir, medeniyettir. Bunu böyle görmeleri ve kabul etmeleri gerekir. Geçenlerde Selahattin Demirtaş da “biz etle tırnak değiliz, iki ayrı etnik unsuruz” diyordu. Bu ayrışmayı kışkırtmaktan başka bir şey değildir. Bunu kimse kamufle etmeye, topluma demokratik bir yaklaşım gibi benimsetmeye çalışmasın. Bunun anlamı Türkiye’de etnik kimliğe dayalı siyasi anlamda konfederatif yapıyı kurmaktır. Eski Çekoslovakya gibi.


Ki orada taraflar istemişti ayrılmayı, “kadife boşanma” denmişti…


“Hâkimiyet milletindir” diyorsak milletin hakemliğine inanıyorsak buyurun millete sorun. Ayrışmaya, Türkiye’de iki milletli bir egemenlik paylaşımına insanlar razı oluyorlar mı? Bunu bir takım ambalajlar içinde parlak retoriklerle sunmak insanları kandırmak anlamına gelir.


TÜRKİYELİLİK OLMAZ ÇÜNKÜ BU SIFATTIR İSİM DEĞİL


Kürtçülük yapan etnik siyasetin Türkçülük siyasetlerini de güçlendireceğini söylüyorsunuz. İkisini de dışlamayan birleştiren, ortak gelecek tasavvuruna imkan tanıyan ama etnik vurgusu da olmayan bir millet tanımı olabilir mi?


Milleti bir şekilde tanımlamaya mecbursunuz. Adını koymadığınız bir millet dünyanın hiçbir yerinde anayasada yoktur. Bunun sakıncalı olduğunu bırakınız bizim gibi belli bir millet düşüncesine sahip olanlar, Herkül Milas gibi Rum kökenli vatandaşımız da ifade ediyor. Antalya’da Muğla’da yerleşmiş binlerce İngiliz, Alman, Rus kökenli var. Her biri kendi vatandaşlıklarını muhafaza ediyorlar ama artık orada mukimler. Bunlar Türkiyeli. Onları nasıl ayırt edeceksiniz. Ayırt etmek zorunda kaldığınızda Alman yahut Fransız kökenli Türkiyeli diyeceksiniz. Aksinin gramer bakımından da uygulanabilir tarafı yok. Bu tamamen fantezidir.


Türkiyeli dense, Türkiye milleti, Türkiye vatandaşı dense? 


Coğrafyaya izafeten bir kimlik tanımlaması yapamazsınız. Türkiyelilik bir sıfattır, isim değil. Buna bir ad koymanız lazım. Bunun ne olacağını ben değil herkes bilir. Bayrağımız, dinimiz, İstiklal Marşımız, tarihimiz ortak. Ve bunlarının her birinin bir adı var. Elbette bu ülkede kafatasçılık, şoven milliyetçilik fevkalade yanlıştır. Bunun önlenmesi bu ülkenin bütünlüğü ve doğru milliyetçilik için de elzemdir. Bu ifadelerin yanlışlığını biz kesim olarak ve Türk Ocağı olarak sürekli söylüyoruz, yayınlarımızda belirtiyoruz. Bunlar marjinal unsurlardır. Bunları kışkırtarak alan sağlamak ayrışmayı hızlandırır.


MİLLİYETÇİLİKLE IRKÇILIK AYNI DEĞİLDİR


Başbakan, partisinin yedi bölge milletvekilleriyle görüştü, süreci anlattı. Öcalan’a ev hapsi olmayacak, af olmayacak, statü olmayacak dedi, Kürtlerle Türklerin aynı millet olduğunu, etle tırnak olduğunu söyledi. Bu yaklaşımı nasıl buluyorsunuz? Süreci doğru yürütüyor mu sizce?


Başbakan’ın ülkenin bütünlüğünü vurgulaması, özellikle bunları bölgede ifade etmesi her bakımdan faydalıdır, doğrudur. Türkiye’de en üst makamlardan bunun söylenmesi, hatırlatılması yararlıdır. Sayın Başbakan’a da ifade etmiştim, yanlış bulduğum husus, bütün milliyetçilikler ayaklarımın altındadır ifadesidir. Bu, incitici kabul edilemez ve bilimsel mesnedi olmayan bir ifade. Irkçılık şovenlik kafatasçılık anlamında kullanıyorsa bunu, açıkça söylemelidir.


Bunu kavmiyetçilik, ırkçılık anlamında kullanmadığını mı düşünüyorsunuz?


Bunu adlı adınca kafatasçılık diye söylemek gerekir. Bütün milliyetçilikler ayaklarımın altında dediğinde incitici oluyor.


Türk milliyetçileri için, öyle mi?


Tabi. Milliyetçilik milletini sevmektir hizmet etmektir dedi sonradan ama keşke baştan hiç söylemeseydi. 


Veda Hutbesine atıfla, etnik ayrışmayı ve üstünlük taslamayı hoş görmemek adına kullanmadığını düşünüyorsunuz öyle mi?


Hepimize verilen ortak bir vasiyet olarak Veda Hutbesi’nin siyasi bir konuda kullanılmasını doğru bulmuyorum.


BİZ MİLLİYETÇİLER DE ÖZELEŞTİRİ YAPMALIYIZ 


PKK’ya dönmek istiyorum. Malum, Türkçülük fikri akımı Osmanlının son döneminde imparatorluğun parçalanmasına çare ararken ortaya çıkan üç fikriyattan biri ve asırlık geçmişe, ciddi literatüre, adanmış bir camiaya, derneklere, STK’lara ve halen Mecliste temsili olan bir siyasi partiye sahip. Âlâ. Sorum şu: Türklük, devlet ve bir takım başat yapılar tarafından ayrıştırıcı bir argüman ve araç olarak kullanılırken ve böylece Kürt siyasi hareketi ayrılıkçı bir terör örgütünün kucağına doğru itilirken, kavmiyetçi ve ayrıştıran değil birleştiren milliyetçiliğe inananlar neredeydi? 16 yıl başkanlığını yaptığınız Türk Ocağı ve Türk milliyetçileri ne yapıyordu, neden “durun, yanlış şeyler bunlar!” demiyordu? Türk milliyetçilerinin pratikleri ne oldu da Kürtleri dışlayan bir pratiğe dönüştü?


Kürtleri dışlayan milliyetçilik geliştirdiğimiz ifadesine katılmıyorum. Biz özellikle Türk Ocağı bünyesinde bu toplumsal bütünlüğü meydana getirmeyi temel hedeflerimizden biri olarak telakki ettik ve bu yönde çalıştık. Dolayısıyla bu tür faaliyetlerimiz içersinde farklı etnik kökenden insanları incitecek, itecek herhangi bir ifade kesinlikle kullanılmamıştır. Yayınlarımız konuşmalarımız ortadadır. Genel anlam itibariyle bu, biraz da sesimizi duyurama meselesidir. Bizim sesimiz kendi yayınlarımız ve web sayfamız üzerinden çıkar. Yüz binlerce tirajı olan gazetelerde sesimizi duyurmak imkânımız olmadığı gibi, televizyonların bu tip yayınlarına bizler bir renk olsun diye bile, çağrılmayız. Biz bir bakıma bu toplumda unutulmuş bir kesimi teşkil ediyoruz. Bu da hazin bir tablodur. Dolayısıyla bizler fikrimizi topluma yansıtabilme gücüne sahip değiliz. Esas sorun buradan kaynaklanıyor. Ama ben bunu arkadaşlarımla da paylaşıyorum. Bizim de özeleştiri yapmamız gerekiyor ve yapmaya da çalışıyoruz. Neden bu toplumda ulusal bütünlüğü sağlamak konusunda daha aktif olunamadı? Neden bu yaklaşımı uygulayacak gelişmeler sağlanamadı? Bunları sorgulamamız gerekiyor.    


MHP’NİN KAPSAMLI POLİTİKA YAPMASINI DİLERİM


Bu sorgulamaya fikriyatın siyasi ayağı da dahil mi? MHP 80 öncesine kadar Güneydoğu’da güçlü bir partiyken neden sonradan tabela partisi olarak bile varlığını koruyamadı?


Bu yalnız MHP için değil. Maalesef bölgenin örgüt tarafından terörize edilmesinin sonucu olarak orada adeta bir toplumsal yarılma meydana geldi. Orada özellikle genç ve orta kuşaklar, daha seküler anlayışa sahip kesimler PKK’nın sempati alanına girdiler. Buna karşılık mütedeyyin muhafazakâr kesimler AK Parti’ye tevessül ettiler. Onun ötesinde orada başka bir siyasi parti varlık gösteremedi. Ayrıca oralarda PKK’nın istemediği bir sözün söylenmesi, siyasi bir faaliyetin yapılması mümkün değildir. Gazetelerde görüyoruz, dershaneler okullar açan sivil toplum kuruluşları, insanlar hedef oluyor. Kendi doğrultusunda konuşmayan imamı bile şehit edebiliyorlar. Bu sadece MHP için değil Türkiye için hazin bir tablodur.


Türk milliyetçilerini hâlihazırda Meclis’te temsil eden parti Milliyetçi Hareket Partisi ve en fazla oy alan üçüncü parti MHP, temsil gücü hiç zayıf değil. Bu zorlu, can alıcı meselede MHP’nin politikasını, söylemini, argümanlarını nasıl buluyorsunuz? Mesela Sayın Bahçeli 8 maddelik bir öneride bulundu son olarak, önerilerini reailize edilebilir buldunuz mu?  


Ben MHP’de rahmetli Türkeş zamanında 75’le 79 arasında genel sekreter yardımcılığı yaptım dört ay. Onun dışında MHP ile herhangi bir siyasi bağlantım olmadı. Dolayısıyla dışarıdan biri olarak MHP’nin güncel politikaları hakkında fikir beyan etmem doğru olmaz. O yüzden sorunuza cevap vermeyeceğim ama şunu söyleyeceğim: Milliyetçi Hareket partisi önemli bir toplumsal kesimin temsilcisi olan ve siyasi tarihimizde derinliği ve etkisi olan bir vakıadır. Dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi’nin böylesine can yakıcı bir konuda daha kapsamlı politikalar geliştirmesi mümkündür, bunu yapabilecek entelektüel kapasiteye de sahiptir. Güvenlik politikasının dışında geliştirilmesi gereken sosyal kültürel psikolojik pedagojik politikaları da kapsayan kapsamlı politikalar üretebilir. Bunu yapmalarını dilerim sadece.


ZİYA GÖKALP’İ HERKES OKUMALI


Siyasi anlamda milliyetçilik düşüncesinde bir indirgeme, bir değişim oldu mu peki size göre? Türk milliyetçiliği Ziya Gökalp çizgisinden Yusuf Akçura milliyetçiliğine evrilmiş olabilir mi?


Gökalp düşünce tarihimizde çok yenilikleri başlatan biridir, bunlardan biri de ta 1923 yılında Kürt araştırma enstitülerinin açılması ve Kürt aşiretleriyle ilgili çalışmalar yapılmasıdır. Bu, gerekli ölçüde idrak edilebilmiş ve mesele bilimsel araştırmalar konusu yapılabilmiş olsaydı olay vahamet boyutuna ulaşmazdı. O yüzden Gökalp’in anlayışının bugün herkes tarafından bir kez daha gözden geçirilmesini, bir model olarak alınmasının algılanmasının doğru olacağını düşünürüm.


ULUSALCILARINKİ POLİTİK MANEVRA


CHP ulusalcılığıyla MHP milliyetçiliği arasındaki makas giderek kapanıyor mu sizce de?


Bunu iki parti açısından değil ama ulusalcılık ve milliyetçilik açısından cevaplayabilirim. Ulusalcılık,  Türkiye’de kullanılmakta olan terminoloji bakımından milliyetçilikten farklı bir kavram çünkü ırkçılık milliyetçiliğin sahip olduğu manevi, kültürel, tarihi derinlikleri yok sayarak, bunları adeta budayarak seküler bir anlayışla ortaya çıkıyor ve bu, bizim milliyetçilik anlayışımıza uymayan bir tavır. O yüzden ulusalcı olarak kendilerini ifade edenlerin bazı milli konulardaki hassasiyetlerini saygıyla karşılamamız gerekiyor ancak hem ideolojileri hem geçmiş yaşamlarıyla milliyetçiliğe ve milliyetçilere kendilerini günümüzde ulusalcı kavramı içinde ibra etmeye çalışmalarını tamamen politik bir manevra olarak görüyorum.


SAKIK’IN EŞİ VE OĞLU ANKARA’DA GÖMÜLÜ, BU BİR ENTEGRASYONDUR


Ulusa indirgenmiş milliyetçilikler ve ulus devletler malum 19 yüzyılın, çağın çılgınlığıydı ve parçalanan imparatorluklardan onlarca ulus devlet çıktı. Bugün çağ yeniden birleşmeleri getiriyor, Avrupa başta olmak üzere ulus devletler AB gibi siyasi ekonomik birlikler aracılığıyla birleşmeye çalışıyor. Kürt milliyetçiliği hem bu anlamda gecikmiş bir milliyetçilik hem de -Allah korusun diyelim ki çözüm süreci işlemedi- Türkiye, siyasetiyle ekonomisiyle etkinlik alanları itibariyle büyürken ayrılıkçı Kürt hareketinin sonuç alması mümkün mü?


Olamayacağı iki açıdan açıktır: Türkiye’nin biraz zamana ihtiyacı var. Ekonomik, sosyal gelişmeleri, uluslar arası alanlarda gücünün artması Türkiye’yi her şeyden önce yapısal bir değişime götürüyor. Ticarileşiyor, sanayileşiyor, şehirleşiyor. Bugün Kürt kökenli nüfusun beşte biri İstanbul’da, beşte biri İstanbul dışındaki batı illerinde, bölgede sadece beşte üçü var. Böylesine bir sosyal entegrasyonun olduğu, giderek geliştiği ve diğer ticari ve endüstriyel faaliyetlerin de bölgeye intikal ettiği bir ortamda şoven bir milliyetçilik anlayışının devam etmesi sosyolojik bakımdan mümkün değildir. Bu açıdan Türkiye’nin zaman kazanması ve sosyal entegrasyonu sağlayacak olan gelişmelerin meyvesini alması lazım. Öte taraftan, öylesine iç içe geçmişiz ki, BDP’liler kabul etseler de etmeseler de, etle tırnak olmuşuz, böyle bir ayrışmanın olması maddeten mümkün değil. Evliliklerle bir araya gelmiş, ticari ortaklıklar kurmuş, buralarda yerleşmiş olan insanları hangi etnik konfederal yapının içine sürükleyeceksiniz? Mümkün mü bu? Yoksa Sırrı Sakık neden rahmetli oğlunun ve eşinin cenazesini Ankara’da Gölbaşı’ndaki mezarlıkta defnediyor? Bu, entegrasyonun tipik bir örneğidir. Bu açıdan Türkiye’nin gelişmesinin önünü kesecek olanlara fırsat vermemek gerekiyor.


DÖRT PARÇA BİRBİRİYLE REKABET İÇİNDE


İkincisi nedir?


İkincisi dört parçalı Kürdistan projesi etno-milliyetçilik projesinin hedefi ama bunun sağlanmasının hem bölgenin hem kendilerinin durumu bakımından mümkün olmadığını yaşayarak görüyorlar. Mesela Kuzey Irak’ta Amerika’nın himayesinde 1994’ten beri devam eden milletleşme ve devletleşme projesi gördüğümüz durumdadır. Barzani’nin aşiretiyle Talabani’nin aşireti birbirileriyle hala kanlı bıçaklı. Ayrıca oraya bir de PKK faktörü girdi, rekabet arttı. Kuzey Suriye’de de bu yaşanıyor. Barzani orayı kendi hegemonyasına almak istiyor, PKK kendi militanlarını gönderdi, etkili olmak istiyor. Yani millet olmak kolay değil, yüzyıllara dayanan bir medeniyet evriminin ortaya çıkardığı bir durum bu. Dolayısıyla biz milletiz diye ortaya çıktığınız zaman bunun bütün unsurlarına da sahip olmanız gerekiyor. Edebiyatınız diliniz dininiz sanatınız kültürünüz açısından ortaklıklara sahip olmanız gerekiyor. O açıdan meseleyi objektif olarak değerlendirmelerini herkese tavsiye ederim.


FOTOĞRAFLAR: BURHAN ELİŞ