Türk olmanın dayanılmaz ağırlığı

Son yazımda bir yanlışlık yaparak, yazdıkdan sonra 2011 Yılı’nın aynı günü basılmış eski bir metni göndermişim. Özür dilerim.

Cumâ için hazırladığım yazının son yarısını değiştirerek bugün sunuyorum:

Atlara yapılan eziyetle ilgili yazımın yayınlandığı Çarşamba Günü gazetelerde kedilere dâir de bir haber vardı.

Ahırlar bulunan bir yerdeki kedileri, atlar rahatsız olmasın diye başka yere nakletmişler.

Ne kadar güzel, değil mi? Ne ince düşünce!

Ancak nakledilecek kedileri bir bidona, evet, yanlış okumadınız, bir bidona, hem de kelimenin tam mânâsıyla tıka-basa doldurdukları için hayvancıkların altda kalanları ezilerek, biraz yukarıdakilerse, daha fecî şekilde havasızlıkdan kıvrana kıvrana ölmüşler.

Çünki bidonun kapağını da kapamış “insan kardeşlerim” (keşke tek evlâd olsaydım!)!

Aynı gazetelerde bir başka hayvan haberi daha resimli olarak yer almışdı:

Sâhibi tarafından boynuna kemend geçirilerek balkondan sarkıtılıp “îdâm” edilen bir köpeğin haberiydi bu.

Her biri zarif birer mîmârî eser olan “kuş evleri”nden gele gele vardığımız noktaya bakar mısınız?

Eğer Allah varsa, ki herhalde var, o zaman böylesine yoldan çıkmış, böylesine sapkın bir kavmi o kahhâr ismiyle kahretmek için daha ne bekler anlayamıyorum!

***

Afyon’daki fâciâ beni, yıllardır bir fikr-i musallat gibi beynimde taşıdığım bir şeâmetli bölgeye yöneltdi:

Bu bizimki ordu mordu değil düpedüz bir belâ-yı Rabbânî!

Muhtemelen Yüce Tanrı bu Kavm-i Etrâki o kahhâr ismiyle kahrederek değil başına TSK gibi bir felâket sararak cezâlandırıyor ki onun büyüklüğüne de elbet böylesi daha münâsib düşer!

Hani mücrîmi elektrikli sandalyeye oturtup on sâniyede ifnâ etmek yerine otuz sene bir hücrede süründürmek misâli...

Kimse huysuzlanmasın! Ben o üniformayı 24 ay sırtımda taşıdığım için neden bahsetdiğimi çok iyi biliyorum. Kaldı ki bu ordunun nasıl çürümüş ve iliklerine kadar yozlaşmış bir müessese olduğunu tesbît için ille içinde bulunmak da şart değil, mal meydanda zîrâ!

Bu durumdan benim gibi içi kan ağlayan subay ve astsubaylarımızı tenzîh ederim ama bu ne mene bir ordudur ki 150 yıldır o Hüseyin Avni Paşa Teresinden bu yana aklı fikri mütemâdiyen o kırılası burnunu siyâsete sokmakdan başka hiçbir işe çalışmaz?

En büyük mârifeti Osmanlı prenseslerine aşağılık bir Tophâne tarzıyla laf atmak olan bu soysuzdan başka örnek alınacak general bulamayan subay kadrolarından bu memlekete ne hayır geleceğini bir îzâh eden çıksa da âbâd olsak!

1974’de üçbuçuk eğitimsiz Rum muhâfız karşısında nasıl zorlandıklarını, kendi fırkateynlerini kendi uçaklarıyla nasıl batırıp sonra utanmaksızın bunu yıllarca milletden nasıl da korkakça gizlediklerini unutduk sanıyorlarsa aldanıyorlar!

Şimdi Uludere’den başlayıp bilmemnereye kadar gitmeye kalkışsam “cildlere sığmayanbir kitâb olur.” 

Denilebilir ki Afyon’daki cebhâneliğin infilâkıyla bunların ne alâkası var?

Çok alâkası var!

Çünki 150 yıl önce o Hüseyin Avni adındaki it olmasaydı bugün Afyon da olmazdı!!!

Biraz düşünün, ne demek istediğimi anlarsınız!

Târih müteseldirdir!

O hiç üzerine vazîfe olmadığı halde “Önemli değil, bunlar Hindistan’da Pâkistan’dada oluyor.” diyen bakan maketine de bir çift sözüm var:

“Sen ülkeni Hindistan’la Pâkistan’la kıyâs ediyorsan çek arabanı git de oralara vezîr ol!

Üstelik bu tür kör-kör-parmağım-gözüne kazâlar Uganda ve Mali’de daha da sık oluyor.

Keşke oralardan misâl getirseydin, daha inandırıcı olurdu!”

***

Üçüncü Boğaz Köprüsü için “kesim vakti” başlamış!

Gözümüz aydın, ilk hamlede alelhesab 48 (yazı ile KIRK SEKİZ) yerden ormanlar dümdüz edilmeğe başlanmış!

Öyle gıdım gıdım gideceğinize şiddetli poyrazda kuzeybatı yanından iki kibrit çaksaydınız daha pratik olmaz mıydı?

Bâzen sorarım kendi kendime:

İçimizde bunlar varken bir alay ülke PKK filan gibi mekanizmalara neden avuç dolusu para harcar acabâ?

Türk olmak ne kadar ağır yük, yâ Rabbenâ!