Geçtiðimiz Pazartesi günü, Türkiye Yazarlar Birliði’nin Sultanahmet eski Kýzlaraðasý Medresesi’ndeki yerinde, Ýstanbul Büyükþehir Belediyesi Kültür ve Sosyal Ýþler Daire Baþkanlýðý’nýn aylýk kültürel faaliyetleri kapsamýnda Bünyamin Yýlmaz’ýn sunduðu ‘Sinema Konuþmalarý’nda konuk olarak yer aldým. Konumuzun baþlýðý, üstte yazýya verdiðimiz baþlýkla beraber sinema fikriyatýnýn tematik tezahürleriydi. Konuþmaya sinemamýza tarihi bir perspektifte bakmaya çalýþarak yaklaþtýk ve Muhsin Ertuðrul döneminden sözü alarak Türk sinemasýný belli bir okumaya tabi tuttuk.
Almanya ve devrim Rusyasý’nda tiyatro ve sinema çalýþmalarý yapmýþ, oralardaki dinamik entelektüel atmosferden etkilenmesi beklenen Ertuðrul’un, sinema sözkonusu olduðunda nasýl böylesi, kelimenin en hafif tabiriyle naif filmler çektiðini belirtmeye çalýþtýk. Bir tiyatro sanatçýsý olmasý hasebiyle herhalde filmlerinde bir teatralite, ayrýca teknik yetersizliklere baðlý olarak da o günlerde yapýlan film çalýþmalarýnýn sinemanýn estetik düzeyinden oldukça geride olduðunu görüyoruz. Hemen hemen her yýla yayýlan tek bir filmle vücut bulan Türk sinemasý, siyasi hayatta tek parti idaresinin hakim olduðu bir devirde, sinemada da Ertuðrul’un þahsýnda tek yönetmenin hakimiyetiyle karþý karþýyayýzdýr. Otuzlarýn ortasýna kadar olan bu süreçte yapýlan filmlerin içerik mahiyetinin, siyasi otoritenin toplumsal dönüþümde talep ettiði türden insan tiplemeleriyle örülü olduðu gözlenmektedir. Dolayýsýyla aslýnda sinemamýzýn sonraki dönemlerindeki dramaturjisi için de bir yönerge özelliði taþýmaktadýrlar. Harcýn bu þekilde karýlmasý, binanýn da nasýl bir temel üzerinde yükseldiðini göstermektedir.
***
1948’de belediye rüsum indirimiyle sinema sahasý da bir canlýlýk kazanmaya baþlamýþ, o yýl 20 civarýndaki film sayýsý 1952’de 60 düzeylerine yükselmiþtir. Ancak filmlerimizi yapýsal olarak þekillendiren estetikten ziyade zihniyet çerçevesi belli bir eksen etrafýnda geliþmiþ, o çerçeve de mevcut toplumsal sistemin sýnýrlarý kadar beyazperdede bir temsil ve ifade zemini bulmuþtur. Devletin konservatuar, tiyatro, opera ve baleye verdiði destek sinema sanatýndan esirgenmiþ, bunun da bir þekilde artýlarý ve eksileri olmuþtur. Artýlarý, belki de sinemamýzýn ciddi bir algýlayýþ ve kavrayýþla estetik manada daha üst düzlemde seyretme ihtimali biçiminde ortaya çýkabilirdi. Eksileriyse, sinemanýn fikri altyapýsý anlamýnda, resmi ideolojinin bir uzantýsý olarak neþet etmesi þeklinde görülebilirdi. Ancak bizdeki kültür hayatýndaki siyasi belirleyicilik baskýn olduðundan, zaten yapýlan filmlerin çoðunluðu bu resmen dikte ettirilmeyen düzenlemenin birer uygulayýcýsý durumunda kalmýþlardýr.
Türk sinemasýnýn 1950’lerden baþlayan klasik dönemleme ve akýmlar temelindeki tasnifi, önce Yeþilçam sisteminin bir yerde tasfiyesi olan 1980’lere kadar gelmiþ, sonrasýnda yeni iktisadi iliþkiler temelinde farklý bir sinema yapýlanmasýyla karþý karþýya kalýnmýþtýr. Ýktisadi iliþkiler ne olursa olsun, aslolanýn zihniyet çerçevesi olduðundan hareketle, sinemamýzýn hala süregelen özgün bir dil ve kimlik sorunu vardýr. Tek tek münferit yapýmlar bu sorunu bir nebze olsun izale ediyor olsalar da, bütüne baktýðýmýzda ortaya çýkan resim özlenene pek yakýn durmamaktadýr. Üstelik önceden yaþanan kimi sorunlarýn bugün post-versiyonlarý karþýmýza çýkmakta, bir yerde benzer minvalde variyetlerini sürdürmektedirler. Ancak ümitvar olmak gerekiyor; sinemamýzda ve Türkiye’deki genel sinema faaliyetlerinde beklenen baharý gözlemliyoruz.