Son dönem Türk sinemasýnýn önemli isimlerinden senarist ve oyuncu Ercan Kesal, yönetmen Nuri Bilge Ceylan ile yolculuðunu, Türk Edebiyatý’nýn sinemadan nasýl uzaklaþtýðýný ve Küf ’ü anlattý...
HAYATTA bazen þans insana güler ama öyle baþarýlar vardýr ki bunlarý tesadüfle açýklayamayýz. Çünkü o baþarýlar insanýn kendi deðerini bilmesi ve kimliðiyle ortaya çýkar. Nuri Bilge Ceylan’ýn Üç Maymun’unda bir politikacýyla karþýlaþtýk. Hem komik hem trajik filmin bütün aksiyonunu üzerinde taþýyordu. Birden herkes “Kim bu?” dedi. Bir baktýk filmin senaristlerinden Ercan Kesal çýktý karþýmýza. Geçen yýlýn kült filmi Bir Zamanlar Anadolu’da ise öyle bir muhtar karakteri canlandýrdý ki herkes parmaklarýný ýsýrdý. Filmden çýkanlar Nuri Bilge Ceylan’a hakkýný teslim ederken Kesal’in canlandýrdýðý muhtarý hep ayrý koydu. O sadece Ceylan’ýn oyuncusu veya senaristi de deðil. Vavien’de ve son olarak Antalya Film Festivali’nde Küf filmiyle de karþýmýza çýktý. Festivalde nasýl ödül almadý, þaþýrdýk. Kesal yaþama, sinemaya bakýþý ve gün geçtikçe artan tecrübesiyle daha çok ürünler verecek, hatta sinemamýzýn dilinde söz sahibi olacak bir isim. Türk sinemasýnýn dil sorununun arkasýnda, kendi öykülerini senaryolaþtýrmamak olduðunu anlatan Kesal “Türk sinemasýnýn dilini derdi oluþturacaktýr.” diyor.
-Küf’ün senaryosunda merakýnýzý tetikleyen þey neydi?
Psikolojik katmanlarý fazlasýyla zengindi. Doðrusu cumartesi günleri yanýndan geçip gittiðim, üzüldüðüm ama çok da derinlemesine vakýf olmadýðým bir dertti, Türkiye’nin derdiydi. O insanýn kendi vicdani hesaplaþmasý, insan olarak bu hayattaki yerine iliþkin bir senaryoydu. O karakterin peþinden gitmek, onu anlamaya ve yaratmaya çalýþmak çok çekti beni.
-Bir Zamanlar Anadolu’da olsun, Üç Maymun’da olsun filmin belki de en fazla diyaloglarý sizdeydi. Fakat bu filmde çok az diyalog var.
O filmlerin diyaloglarýný yazanlardan biri olduðum için konuya fazlasýyla hakim olarak gidiyorum sete. Oradaki oyunculardan beni birazcýk daha þanslý kýlan da bu. Adam akþam yazdýðýný sabah oynuyor gibi bir þey. O þeyin içerisinde doðaçlama yapma, çoðaltma, azaltma, deðiþtirme þansý var. Bu da oyuncu olarak insaný zenginleþtiren bir þey. Küf ise bir baþkasýnýn senaryosu, Ali Aydýn’ýn senaryosu.
- Filmin sonunda adam aslýnda oðluna kavuþuyor ama mutlu son kadar çok büyük bir dram da var.
18 yýl boyunca canlý ya da ölü oðlunu arayan birisinin önüne bir torba kemik koyuyorsun, “Ýþte bu senin oðlun” diyorsun. Asýl hikaye, bu adamýn bundan sonraki hayatta nasýl duracaðýna iliþkin bir þey.
-Senarist mi oyuncu olarak mý kendinizi daha iyi ifade edebiliyorsunuz?
Galiba bu aralar oyuncu olarak çok fazla öne çýktým ama bana senaryo geldiði zaman senarist dikkatiyle ve o analitik yapýyla bakýyorum metinlere. Tartýþýyorum yönetmenle, kritiklerimi yazýyorum, onlarla mail’leþiyorum, sohbet ediyorum. O arada kendi rolümle ilgili mevzunun da altýný çizmeye baþlýyorum. Film iyi olursa ben de iyi olurum. Ben kendimi kurtarayým, film ne olursa olsun diyemem ki...
-Bu bir yerde egolarýn çarpýþmasýna neden olmuyor mu?
Filmin imparatoru yönetmendir. Filmin sahibi odur çünkü hatasý ve sevabý da ona yüklenecektir, o bütün yükü taþýyacaktýr. O kadar iyi biliyorum ki o çocuklarýn, yani yönetmenlerin bir film çekme sürecindeki hallerini... Usturuplu bir þekilde, tatlý, tatlý, kenardan, kendim yorulurum onlarý yormam, söylerim derdimi kenara çekilirim. Beklerim, kollarým, yorgunluklarýnýn üzerine hiç gitmem. Yönetmenin lafýnýn üstüne laf söylenmez.
-Bu kadar düþünen, okuyan, yazan bir insan olarak yolunuzun da yönetmenliðe çýkacaðý beklentisine giriyor insan...
1990’da Ýstanbul’a gelme sebebim, hekimliði býrakýþým sinemaya yönetmen olarak girmekti. Fakat sektör “Hadi gel buyur” diyecek, seni maddi yönden tatmin edecek yükseklikte deðildi. Özel sektör hekimliði yaptým: 1990’dan 2003’e kadar. Ta ki Nazan (Kesal) Uzak’ta oynayacak, Nazan vasýtasýyla tanýþtýðýmýz Nuri (Bilge Ceylan) hikayelerimden etkilenecek ve ben senaryo yazmaya karar vereceðim... Ondan sonra benim yolum hem senarist hem oyuncu olarak açýldý ve yürüdü. Tayfun Pirselimoðlu’yla bir filme baþlayacaðýz. Son çekeceði filmde baþrol erkek oyunculuðunu bana verdi. Onu bitirdikten sonra 2013 ortalarý gibi yazdýðým bir senaryoyu çekime hazýr hale getireceðim.
-Konusu neyle ilgili?
Yazdýklarým geçmiþim, anýlarým, arkama dönüp baktýðýmda bende kalanlara dair þeyler. 2000’li yýllarda yaþadýðým üç, dört yýl süren politik deneyimim var. Üç Maymun’daki siyasetçide de onun reddediliþini ve iktidarý tekrar bir kadýn üzerinden arayýþýný yazmaya çalýþtým.
-Bir Ýran sinemasý, bir Fransýz sinemasý, bir Türk sinemasý... Bunlarýn kendine özgü farklý sinema dilleri olduðuna inanýyor musunuz?
Sinemanýn dilini yönetmen oluþturur. Nuri Bilge Ceylan’ýn daha çok yurtdýþýnda takdir edilmesinin altýnda yatan kendisine ait bir dili oluþturabilmesidir. Türk sinemasýnýn dilinden çok, Türk sinemasýnýn senaryosunun, kullandýðý öykünün malzemesinin bize ait bir malzeme olmasý, ulusal bir malzeme olmasý gerektiðine inanan birisiyim. 60’lý yýllardaki sinema tartýþmalarýna baktýðýmýz vakit ulusal sinemanýn, milli sinemanýn konuþulduðu yýllardýr.
Metin Erksan, belki Lütfi Akad, Duygu Saðýroðlu, Memduh Ün... Milli sinemanýn tartýþýldýðý süreçte yaptýklarý filmlere baktýðýnda þunu farkediyorsun; Türk edebiyatýnýn en köþe taþý isimleri senarist olarak hikaye yazýyor. Yaþar Kemal sürekli koltuðunun altýnda senaryo ile gezen bir adam. Orhan Kemal’le çalýþmýþlar. Þimdi bizim dizicilerin yeni farkettiði Orhan Kemal’le. Ya da Metin Aðabey, Peyami Safa’yý, Necati Cumalý’yý, Fakirt Baykurt’u sürekli olarak senaryolaþtýrmýþ. Þimdi böyle bir çaba yok. Niye yok?...
Yani dönüp dönüp diyorum ki “Niye bu çocuklarýn hikayelerini senaryo yapmýyor arkadaþlar, niye bununla uðraþmýyorlar, niye bunlar konuþulmuyor?” Türk edebiyatýna, kendi öyküleme geleneðine, kendi edebiyat geleneðine, kendi hikayeciliðimize, kendi romancýlýðýmýza bakýp bunlardan kurarsak tekstlerimizi zaten o bir Türk sinemasý olur. Yönetmenlik bir dil meselesi, bildiðin bir þey vardýr, teknolojiyi yeniden keþfedecek halin yok ki. Neticede malzeme ayný, ýþýk ayný, kameranýn açýsý ayný. Bence Türk sinamasýnýn ortak dilini belirleyecek olan hangi derde odaklandýðýdýr.”
O diyologlar hekimlik dönemimden kalmaydý
-Yaþamýnýza baktýðýmýzda sürekli bir farklýlaþma çabasýnda olduðunuz görülüyor. Üniversitede siyasal bilgiler, diþ hekimliði okumuþsunuz, sonra týbbý bitirmiþsiniz, Sorbonne’da eðitim... Bunlarýn hepsini birden nasýl yapabildiniz?
Düðmeye ilk basan hekimlik. Enteresan bir meslek, insanla çok iliþkili, birebir. Hasta size her þeyini aslýnda kendi sosyal hikayesini anlatýr. Nerede oturduðunu, kaç çocuðu olduðunu, sigortalý olup olmadýðýný, evinin tapu sorunu olup olmadýðýný... Sonra siz onun artýk sadece reçete yazan bir hekimi deðil de bir aðabeyi, komþusu, dertdaþý gibi olursanýz ancak size güvenir ve ilacýnýzý kullanýr, en azýndan telkin yoluyla kendisini iyi hisseder. Hekimlik aslýnda hastayla iletiþim kurma sanatýdýr. O muhtardaki olay (Bir Zamanlar Anadolu’da) benim bizzat yaþadýðým bir þey. Bir köy yardýmlaþma derneðinin muhtarlýk yapmýþ baþkanýnýn kendi köyüne morg yaptýrmayla ilgili bana anlattýðý hikayeyi yazdým ve oynadým. O cümleleri bana o söyledi. Adam gitmiþ gelmiyor 10 yýldýr, adamýn anasý babasý ölecek de gelecek. Adamýn babasý ölmüþ “Abi gömme”, “Neyi gömmeyeceksin lan”, “Gömme abi öpücem”, “Adam kokuyor” diyor, “Neyi gömmeyecen.” Ýþte bunu bana böyle anlattý Giresunlu, Alucralý bir adam. Bu cümlelerle, bu tarzda anlattý. Ben bunu bu þekilde oynadýðým için seyirciye geçti. Ben onu bir yerden uydurmadým ki. Ben sadece gördüðümü aldým ve onu yaþanýr hale getirdim.