Yýl 1997... Mihri Belli, Abdullah Öcalan’ý ziyaret ediyor. Sohbetin bir yerinde Öcalan, Þemdin Sakýk’ý odaya çaðýrýyor. Mihri Belli’ye dönerek, “Mihri görüyorsun iþte, Þemdin bile ‘savaþ týkandý, bu savaþla artýk bir sonuca ulaþamayýz, farklý bir yol izlemeliyiz’ diyor. Belli ki o da savaþýn bitmesini istiyor, sen ne dersin. Ona biraz akýl veremez misin?” diye þikayet ediyor.
Belli, kekeleyerek, “Nasýl olur Þemdin, bu savaþtýr Kürtleri var eden. Bu savaþ sayesinde Türk solu hala ayakta duruyor. Sen nasýl olur da savaþýn bitmesini istersin. Bu kadar emeðe, bu kadar çabaya yazýk olmaz mý?” diyor. (Orhan Miroðlu. Kuþatmadan Ýnfaza Musa Anter Cinayeti. Everest Yayýnlarý. 2012)
Türkiye bugün, derin ve kanlý bir sorunu çözmek için savaþ ve þiddeti terk ederek tarihi bir fýrsat yakaladý ve o fýrsatýn ilk adýmýný da baþarýyla attý. PKK’nýn geri dönüþsüz olarak sýnýr dýþýna çekilmesi ve silah býrakmasý süreci baþladý.
Türkiye’nin, Türkleri, Kürtleri, Lazlarý, Çerkezleri hep birlikte; hayatýmýzý zehir eden, gençlerimize topraða düþüren bir beladan kurtulmak için ele ele verdik. Barýþ daha ilk aþamada kucaðýmýza doðdu. Sonuna kadar gitmemek için de bir sebep görünmüyor.
Dolayýsýyla, hepimiz mutlu olmalýyýz. Canýmýzýn sýkýlmasý için hiçbir sebep yok. Tedirgin olmamýza da gerek yok. Bir aksilik çýkmasýn diye temkinli olmalýyýz, o kadar...
Sokaktaki Kürt de Türk de umutlu ve heyecanlý.
Diyarbakýrlý da Ýstanbullu da, Batmanlý da Kayserili de çözüm için istekli.
Ýnsanlar, bu derin acýyý çok iyi biliyor ve Tayyip Erdoðan’ýn çözüm iradesine itimat ediyor. Komplo teorileri, ihanet retorikleri, pazarlýk dedikodularý kimseyi ilgilendirmiyor. Türkiye çözüm istiyor ve kapýya kadar gelen fýrsatýn kýymetini takdir ediyor.
Huzursuz ruhlar, keyifsiz çehreler
Gelgelelim aydýnlara... “Solcu”, “liberal” ve “sol-liberal” kimlikli aydýnlara...
Bir yandan çözüm için yazýp konuþurken, bir yandan gözüm herkes gibi onlarda. Gazete köþelerinde, televizyon ekranlarýnda neler söylediklerine dikkat kesiliyorum.
Çoðunun yüzünde bir memnuniyetsizlik, bir mutsuzluk ve gizlenemeyen bir keder görüyorum.
Çoðunda, sürecin hýzlý ve sonuç alarak ilerlemesinden dolayý bir huzursuzluk var ve bunu saklayamýyorlar.
PKK’ya “ucuza gidiyorsunuz” mesajlarý, Kürtlere “özerkliði almadan vazgeçmeyin” motivasyonlarý, topluma “sýnýr dýþýna çekilmek zor” uyarýlarý, herkese birden “Öcalan silahlarý býrakýn demedi ki” yalanlarý...
Aslýnda, sorunun çözülmek üzere olduðunu da, PKK’nýn önce sýnýr dýþýna çekilip ardýndan silah býrakacaðýný ve ardýndan da topluma karýþacaðýný da, Öcalan’ýn Diyarbakýr mesajýnýn da artýk geri dönüþsüz bir yolu ilan ettiðini en iyi onlar biliyor.
Buna raðmen bir huysuzluk, bir kabulleneme; hepsinden önemlisi de bazýlarýnda bir engelleme gayreti var.
Aramýzda meðer ne çok Mihri Belli varmýþ
Bu tabloyu görene kadar, Mihri Belli’nin, “Türk solu bu savaþ sayesinde ayakta
duruyor” sözünü hayalperest, yaþlý ve “tutunamayan” bir eski devrimcinin ütopik hezeyaný sanýyordum. Belli, o duygularla ve tam da arzuladýðý gibi savaþýn bittiðini görmemenin mutluluðuyla ebediyete intikal etti...
Þimdi ise “acaba” diyorum...
Acaba, Türkiye’nin sol ve sol-liberal yazarlarý da gerçekten böyle mi düþünüyorlar? Yýllardýr “Bu sorun çözülsün, kan dursun” dedikten sonra gerçekten sorun çözülecek, kan duracak aþamaya gelindiðinde gerçek arzularý bu olmayabilir mi? Herkesin zihnini kurcalayan bu soru beni de esir almýþ bulunuyor.
Ekranlardaki o kederli çehreleri, gazete köþelerinde o itirazcý yazýlarý görünce aklýma bu soru geliyor. Öcalan’dan, BDP’den ve en nihayet Diyarbakýr, Hakkari, Batman sokaklarýndaki sýradan insanlardan daha Kürtçü havalarý, yüzümde acý bir tebessüm uyandýrýyor.
Hiçbir vakit “aydýn sorumluðundan” umutlu deðildim ama bu kadarý... Bu kadarý da olamaz diye düþünüyordum.
Mihri Belli’ler düþündüðümüzden fazlaymýþ meðer diyorum.
Sorunu Tayyip Erdoðan çözüyor diye nedir bu öfke?
Erdoðan, o sorunun üstesinden kendi bildiði yöntemle geliyor diye nedir bu haset?
Öcalan, sonunda “zamanýn ruhunu” okudu diye nedir bu surat asmalar?
Bu ülkenin neredeyse bir asra ulaþan en temel problemi hal yoluna giriyor diye nedir bu keyifsizlik?
Nedir, “Bu sorun da çözülürse Erdoðan’a baþka nasýl sýkýntý veririz” halleri?
Dost acý söyler... “Bugünleri tarih yazacak” hakikatini hepimiz ciddiye alalým. Köþe yazarý, televizyon konuþmacýsý, gazete yöneticisi arkadaþlarým. Emin olun tarih çözenlerle, çözüme karþý çýkanlarý olduðu gibi; o huzursuz ruhlarý, keyifsiz çehreleri ve satýr aralarýna sýkýþtýrýlmýþ çözümü engelleme heveslerini de yazacak...
Ýsrail'in özrü sadece Ýsrail'e yeter, Muhalefeti ve medyayý kurtarmaz
Geçtiðimiz hafta baþýnda, “Aksilik olmazsa tarihi bir haftaya giriyoruz” demiþtim. Kastettiðim tabii ki, 21 Mart Nevruz’unda ilan edilecek barýþtý. Bu gerçekleþti... Ama ayný zamanda ayný saatlerde Türkiye’nin bir baþka “tarihi” süreç yaþamakta olduðunu bilmiyorduk. Biz Diyarbakýr’a kilitlenmiþken Ýsrail’in üç þartý da kabul ederek özür dilemekte olduðunu, Nevruz’un ertesinde Cuma günü öðrendik.
Hem Türk dýþ politikasý, hem de bölgesel diplomasi tarihi açýsýndan benzersiz bir adýmdýr bu. Olmasý gereken, olmasý gerektiði gibi eksiksiz olmuþtur.
Türkiye Baþbakaný da art arda iki günde, iki ayrý tarihi baþarý madalyasýný boynuna takmaya hak kazanmýþtýr.
Ýsrail, özür dileyerek, tazminatý kabul ederek ve Gazze ambargosunu kaldýrarak kendisini kurtardý, diyelim.
Peki, Türkiye’nin bu þartlarý dayatmasýna karþý baþtan beri itiraz eden politikacýlar, yorumcular, akademisyen ve dýþ politika uzmanlarýmýz ne yapacak?
Çok merak ediyorum þimdi nasýl bir halet-i ruhiye içindedirler. Kendilerini yarý yolda býraktý diye Netanyahu’ya mý kýzýyorlar acaba?
O aðýr yazýlar, Ýsrail’i Ýsrail hükümetinden daha büyük coþkuyla müdafaa eden retorik, kendi ülkesinin dýþ politikasýna zerre kadar saygý duymayan analizler. Hepsi kayýtlarda.
Þimdi... Baþta, Dýþiþleri Bakaný Ahmet Davutoðlu’ndan ve Davutoðlu’ndan aþaðý bütün dýþ politika yapýcýlarýndan açýk, net, anlaþýlýr bir özür dilemek zamanýdýr.
Üstelik, Ýsrail’i kurtaran bir kelime yetmez... Bu enkazý ortadan kaldýrmak için hem “regret” hem “apology” lazýmdýr.