Türk soluna göre en makbul işçi, ölü işçi...

 

İşçi, sadece öldüğü zaman mı sizin gündeminize girer? “İşçi hakları” lafzını hatırlamanız için asansörün yere çakılması, 10 gariban işçinin hayatını kaybetmesi mi gerekir?

HDPmilletvekili Ertuğrul Kürkçü’yü iş kazasının meydana geldiği inşaat alanında görünce, neden bilmiyorum, bir “tamamlanmamışlık” hissettim.

Bir eksiklik vardı sanki. Olmayan bir şey... Oturmayan bir şey...

Ertuğrul Bey, “besili” ve “sağlıklı” suratıyla kameraların karşısına geçmiş, ölümlerden duyduğu üzüntüyü anlatıyordu, mutat eleştirilerini sıralayarak...

Hedefinde, siyasetçiler ve siyaset kurumu vardı elbette.

Doğal olarak böyleydi... Çünkü yeşil alan olması beklenen devasa boşluğa, şehri daha da çirkinleştirecek kuleler dikilmişti ve bu işin illa ki siyasi sorumluluğu olmalıydı. Dolayısıyla, “siyaset kurumu” suçlamalardan payına düşeni alacaktı. Alsındı...

Fakat, rezidans fikri, acaba, sadece siyasi bir karar sonucu olarak mı ortaya çıkmıştı?

Ölümlerin nedeni bu muydu?

Siyaset miydi?

Sağlıksız çalışma koşulları, çürük iskele, bozuk asansör, iş güvenliğini sağlayamayan patron, sadece siyaset üzerinden konuşacağımız ve siyaseti sorumlu tutacağımız meseleler miydi?

Bu cümleden olarak, daha çok insanın ölmesini mi temenni etmeliydik?

Daha çok insan ölmeli ki, siyasetin ne berbat bir şey olduğu iyice ortaya çıksın...

Böyle mi bakmalıydık?

Memleketimizin “Beyaz” kesimi, maden faciasını müteakip, Soma’ya akın etmişti, hatırlayacaksınız... Kaza, “Recep Tayyip Erdoğan’ı tel’in” fırsatı” sunuyordu çünkü. Bunu değerlendirmek lazımdı.

Ölümler ve sağlıksız iş koşulları hiçbirinin umurunda değildi.

Ölümler, sadece istatistikti.

Ne kadar çok ölüm, o kadar çabuk devrim...

Soma’ya gittiler ve rezalet çıkardılar.

Sadece “rakamlarla” ilgili devrimci bir sendikamız Soma’ya gitme zahmetinde bile bulunmadı. O kadar yolu göze alamadı... İzmir’de “barikat” kurdu ve siyaseti lanetleyen yürüyüşler düzenledi.

Hemen aklıma, hayatında bir tek işçiyle temas etmemiş, suratı kömür karası bir işçiyle karşılaştığında (muhtemelen) istikrahla yüzünü buruşturacak ve sadaka vermeye kalkacak refikimizin tepkisi geliyor... Sosyal medya üzerinde paylaştığı mesajında aynen şöyle diyordu: “Bu kadar ölüm Erdoğan’ı götürmeyecekse, yazık olacak...”

Peki, Ertuğrul Kürkçü hayatında kaç işçiyle temas etti?

Kaç işçi sofrasında diz kırdı?

Uğrunda devrime kalkıştığı o işçileri var eden sosyolojiyi bilir mi? O işçileri ortaya çıkaran “değerler dünyasını” tanır mı?

Dahası, o değerlerle ne kadar barışık?

Barışık mı?

Kısa bacaklı, kıllı, kara suratlı, sahilde piknik yapmak gibi görgüsüzlükler sergileyen, namaz kılan, oruç tutan, göbek kaşıyan ve çoğunlukla AK Parti’ye oy veren o işçilerle bugüne kadar hangi tasayı paylaştı?

Biz niçin, “ölü işçi” gördüğünde kameraların karşısına geçen Ertuğrul Kürkçü’yü o işçilerin (o işçilerin temsil ettiği sosyal sınıfın) kendisini gerçekleştirme mücadelesinde “dayanışma” içinde görmedik, göremiyoruz?

Niçin Ertuğrul Kürkçü, inanç ve değer tercihleriyle kamusal alanda var olmak isteyen o işçilerin yanında olmadı, olamıyor?

Niçin Ertuğrul Kürkçü, “kamu yasakçılarına” mazeret üretmek dışında, demokratik politik bir tutum geliştirmedi, geliştiremiyor?

Bir işçiyi değerli ve önemli kılan, onun istatistiğe yapığı katkı mıdır?

Sadece bu mudur?