Türk Subayına ‘ekonomik bir analiz’!

Yazıya başlamadan ve özellikle “ekonomik analizi” detaylandırmadan bir noktanın altını çizmek istiyorum; Türk Subayı Türk milletinin “özü, nüvesi” kendisidir ve bu gerçeğin gereği olarak geçmişten bugüne şu sorunun cevabını her zaman aramak zorundadır; 1875’ten bugüne kadar neye-nasıl hangi amaçlarla alet edildik?

Sevgili dostlar, aşağıdaki ekonomik gerçekleri bazı yazılarım içinde yazmama hatta aynı cümleleri kullanmama rağmen bu sayfada birkez daha STAR Gazetesi çatısının etkisinden yararlanarak kaleme almak ve bilinmesi gerekenleri bir daha duyurmayı denemek, kaçamayacağımız bazı gerçeklerin altını çizmek istiyorum... Amacım “ben biliyorum, doğrusu budur” demek değil tam tersi Türk Subaylarına “bir de buradan bakın” demeyi denemek...

Peki 1875’ten bugüne “her kalkışında” Türk Subayı neye alet edildi ve Silahlı Kuvvetlerimiz tezgahlanan sahneye tahrikler ile nasıl dahil ederek, hangi oyunlar nasıl oynandı?

Ben anlatayım, sizler de lütfen tarafsız ve önyargısız sonuna kadar okuyun...

Ekim 1875: Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, Osmanlı’nın kurtuluş yolunda en önemli adımı olan ‘faizde tenzilat’ kararını açıkladı. Yabancıların tuzağına düşmüş Osmanlı Devleti faiz borçlarının beş yıl süreyle ancak yarısını ödeyeceğini ve ödeyemediği kısım için yüzde 5 faizli tahviller vereceğini açıkladı. O yıl bütçe toplamı 25 milyon, iç ve dış faiz ödemesi 30 milyon liraydı...

Mart 1876: Osmanlı Devleti, borç ödemelerinin tamamını durdurduğunu açıkladı. “Ödemekle bitmeyen faiz-borç sarmalında” alınmış en doğru karardı... Yok edilme süreci Osmanlı sanayi yapısını tamamen çökerten 1838 Baltalimanı Anlaşması ile başlamıştı. 1838 yılında Reşid Paşa, ilk olarak Lord Stratford ve Avrupa’nın diğer devletleriyle serbest ticaret anlaşmasını imzalamış, Osmanlı, devletçi ekonomiyi rafa kaldırarak gümrük vergilerini İngiltere ile saptamayı kabul etmişti. Bu adım ile Osmanlı, ucuz mallar cenneti haline gelirken, üretmediğini tüketen bir toplum haline de gelmiş ve en verimli alanlar yabancı sermayenin eline geçmişti. 1814 yılında bir sterlin 23 kuruş iken, 1839’da 104 kuruş oldu. Avrupa devletleri, Osmanlı’ya “Hemen dış borçlanmaya gitmelisiniz” diyerek baskı yapmaya başladı. Bu arada dünya “petrol servetlerinin” hazırlığını yapmış ve Osmanlı süratle borçlandırılırken, petrol yatakları yabancılar tarafından paylaşılmaya başlanmıştı...

Mayıs 1876: Borç ödememe kararı ilk sonuçlarını vermeye başladı. “Başkaldıran boyunduruk altındaki Osmanlı”ya ilk isyan kışkırtmalar sonucu Balkanlar’da başladı. Bulgarlar ve Sırplar isyan etti. Aynı günlerde İstanbul’da medrese öğrencileri ayaklandı ve borç ödememe kararını alan Sadrazam Nedim Paşa azledildi. Ayaklanma Harbiye öğrencileri arasında da yayıldı, Dolmabahçe Sarayı sarılarak Sultan Abdülaziz tahttan indirildi...

Sonuç: 1878-1881 Osmanlı Hazinesi Düyun-u Umumiye’ye teslim oldu...

1950-1970: Emperyal güçler Türk ekonomisini hatta Kore Savaşı-NATO üyeliği çizgisinde Türkiye’yi “esir etme” planını harekete geçirdi. 1960 öncesi Rusya kartı ile bu oyuna karşı “hamle yapan” siyasi otorite, Sadrazam Nedim Paşa’nın kaderinden kurtulamadı! “İrtica” diye ayağa fırladık, emperyal güçlerin “kucağına düştük”!

1978-1980: Türkiye’de halen de süren hâkim politikaların temeli, 1978’in Temmuz ayında, Dünya Bankası’nca hazırlanan raporla atıldı. Raporun imzalayıcıları Kemal Derviş ve Sherman Robinson idi. Hükümetler bu rapora uymayı kabullenmezken, 1980 darbesiyle uygulamaya konulan bu raporla, Türkiye’nin 1978’e kadar başarıyla süren kalkınmacı, bireysel ve küçük ölçekli sermaye birikimlerine dayalı yapısı, büyük ölçekli çokuluslu sermaye ilişkilerinin kontrolünde serbestleşmeyi savunan bir dinamiğe dönüştü. Ekonomide bu yanlış programın izlenmesiyle verilen yüksek faiz, sıcak para girişi gibi ödünler Türkiye’nin varlıklarının yurt dışına kaçmasına sebep oldu. 1977 yılında düşünülen kalkınma hamlesi böylece engellenmiş ve “Cumhuriyet ile yırtılan borç gömleği” yeniden Türkiye’ye giydirilmiş oldu...

1980-2007: 1980’de yok denecek kadar az olan borç stokumuz, her yıl bütçenin yüzde 40-50’sini vermemize rağmen 300 milyar doların üzerine çıktı. Türkiye, 70 milyonu ile çalışıp 3-5 bin gerçek-tüzel (iç-dış) kişiye gelirinin yüzde 50’sini aktarır hale geldi. 2001 yılında borsa ve kurdaki hareket sonrası, Türkiye IMF tarafından atanan “1978 raporu yazarına” teslim edildi ve dünya üzerinde görülmemiş bir dolar faizini tefecilere aktarmaya başlarken, IMF’ye en borçlu üç ülkeden biri oldu...

2007 sonrası: 2003-2005 arasında oynanan oyunlar, planlanan ama hayata geçmeyen darbeler ortaya döküldü ve ordumuzu kışkırtan iç-dış yerleşik odakların “siyasal-finansal dinamikleri” nasıl bu halk ve devlete karşı kullanmak istedikleri deşifre edildi...

Sonuç: Türk Ordusunun her ferdi yukarıdaki “detayları” çok dikkatli okusun ve şu soruya lütfen her saniye cevap arasın; 1875’ten bugüne nelere alet edildik, dışarıdakiler ve özellikle içimize yerleşmiş-yerleştirilmişler bizi ülkemize karşı nasıl kullandılar!

Son söz: Bu ordu bu halkın! Bunun gereğini özümsemeli, bu gerçeği içselleştirmeli ve içeriden-dışarıdan kurumsal imkanlarını kullanmak isteyenlere karşı dikkatli olmalı...