Son zamanlarda “Atatürk’ün baþlattýðý milliyetçilik akýmý...” ya da “bizim birliðimizi saðlayan ulusalcýlýktýr...” ya da “Türk diye bir millet yoktur...” gibisinden laflar söyleniyor ki, suya yazýlmýþ ha uçtu ha uçacak yazýlardan farksýz, dahasý yanlýþ.
Her þeyden önce, Tarýk Zafer Tunaya’nýn demesiyle “siz de benim gibi bir insansýnýz, bana hükmetme ayrýcalýðýnýzý kim veriyor?” sorusunu, yani insanlýk tarihinin dönüm noktasýný oluþturan çýðlýðý çomaklamak gerekiyor. Ýnsan siyasal iktidar, buyurma-boyun eðme sorunlarýný bu soruyu sorduðu gün çözme sürecine girmiþ. Egemeni simgeleyen taç Kral’ýn baþýndan alýnýp milletin baþýna konmuþ, vatandaþýn saltanatý baþlamýþ. Bu depremi baþlatan Fransýz devrimi bütün Avrupa’yý temellerinden sarsmakla kalmamýþ, Osmanlý’nýn kýyýlarýný da vurmuþ.
Miliyetçilik akýmý Atatürk’le baþlamamýþtýr. Miliyetçilik, “Türkçülük” Ziya Gökalp’in önderliðiyle büyüyüp serpildi bu topraklarda. Gökalp, milliyetçiliðin binlerce yýldýr varlýðýný sürdüren, Orta Asya’dan kopup gelen, imparatorluðun içindeki uluslardan biri olan Türklere, “yeni bir yaþam” kazandýracaðýný bildirmiþti. “Ýmparatorluk topraklarýnda ulusal kimliklerinden uzak düþmüþ, bilinçsizce yaþayan Türklere yeni hedefler vermek gerekir, “diyen Ziya Gökalp’in bu sözünü hayata geçirense Kurtuluþ Savaþýný baþlatan kadrolardýr. “Genç Kalemler, Türk Yurdu, Yeni Mecmua” gibi dergiler bütün hayalci ayrýntýlarýna raðmen, kendi ülkelerinde kendilerini kiracý gibi hisseden Türklere, bir þeye sahip olma, bir vatan kurma gücünü ve umudunu verebilmiþtir. Fuat Köprülü, Yusuf Akçura, Zekeriya Sertel, Ahmet Aðaoðlu ve daha nice Türk aydýný Türklerin bir millet oluþturmasýný savunuyordu. Osmanlý mülkünde mantar gibi yerden biten milletlerin yanýnda Türklerin milletleþmesi asýl amaçtý.
Batý “Osmanlý mülkündeki rezaletlerin sorumlusu” olarak salt Türklere iþaret ediyordu. Ýçerde de ister Müslüman olsun ister baþka bir dinden, bütün topluluklar her olumsuzluðun sorumlusu olarak Türkleri gösteriyorlardý. Türkçüler bu arada, Batý’yý sömürgeciliðinden, adaletsizliðinden ötürü suçlamaktaydý. Ancak “Batý uygarlýðýnýn üstünlüðüne” de sýmsýký yapýþmýþlardý ki, bu pek yaman bir çeliþkiydi doðrusu! Türkçüler kendilerini “demokrat milliyetperverler” olarak tanýmlýyor, din-devlet ayrýlýðý gerçekleþti mi ortalýk süt liman olur sanýyorlardý. Ha bir de tabi ulemayý ortadan kaldýrmak gerekti bireyin egemenliðini kýrýp halkýn dilediði gibi, vekilleri aracýlýðýyla konuþmasýný saðlamak için.
Türkçülere göre milliyetçilik halkçýlýktý. Deha halktaydý ve halka inmek deðil halka çýkmak gerekiyordu. Ancak imparatorluðu oluþturan “yetmiþ iki buçuk millet” hala var olduðundan “halk kimdir” sorusunu yanýtlamakta zorlanýyorlardý doðal olarak. Amaç batýlý devletlerle ortak bir yaþam sürdürmekti. Batý bunu istiyor mu sorusunu soran yoktu!
Rus Çarlýðýnýn 1917’de tarihe gömülmesi Türkçüleri umutlandýrdý. Bu umudu da bir hayal izledi: Turan! Neydi Turan? “Efendim, 36. enlem dairesinden, kuzeyin buzlu denizine, Kamçatka ve Pekin’den, Finlandiya ve Ýstanbul’a uzanan ..36 milyon 800 bin kilometre karelik...Rus Çarlýðýndan büyük, Ýngiliz Ýmparatorluðuna yakýn...” bir ülkeydi Turan. Ömer Seyfettin’e göreyse elini uzattýn mý o saat ele geçirebileceðin “kutsal topraðýmýz”!!
Cevat Dursunoðlu Mili Mücadele sürecinden Müdafaa-i Hukukçu olarak karþýmýza çýkan Türkçülüðün ruh halini “Erzurum Kongresine katýlan gençlerin hepsi Türkçü ve Batýcýydý (Garpçi) yani Ziya Gökalp’ciydi. Onun manevi öðrencileriydik; gýdamýzý da Yeni Mecmua’dan almýþtýk.” diyerek açýklar. Günümüzün ulusalcýsýysa bir yandan evrensel bir düþünce biçimi olarak ortaya çýkan solculuðu benimseyip öte yandan bunun tam karþýtý milliyetçiliðe sarýlmýþ, kafasý hepten karýþýk bir çýkmaz sokak sakinidir.