Türkiye bir AB ülkesi değildir

AB İlerleme Raporu fena halde canımızı sıktı, yazılanları önyargılı bulduk, canlı yayında yerlere rapor fırlattık, filan...

Böylece, o kadar da “kuzu” olmadığımızı göstermiş olduk...

Moral bozukluğu, raporun önyargılı hususlar içermesinden kaynaklanmıyor sadece...

Her bir şeyi dert edinen ve raporunu ona göre tanzim eden Avrupalı dostlarımız, “inanç özgürlüğüyle” ilgili konularda, nedense, kulağının üstüne yatmayı tercih ediyor. (Bkz. Bugüne kadar yayımlanmış tüm ilerleme raporları...)

Moral bozukluğu, “Bizi almayacaklar” düşüncesinden kaynaklanıyor...

Bu, nerden bakarsanız bakın, bir “patolojiye” işaret ediyor.

Benzeri bir patolojiyi, tersinden, Gümrük Birliği Anlaşması imzalandığında yaşamıştık, “Bu iş tamamdır abi... Yeni yüzyıla Türk damgası... Dünya bizden korksun” diyerek...

Ticaret Anlaşması süreci de böyle “şenlikliydi...” 

1838’de imzalanan anlaşma (diyelim ki ilk Gümrük Birliği Anlaşması’dır) mahut süreci (Tanzimatsürecini) başlatmakla kalmamış, geniş bir ticaret imtiyazı sağlamıştı

Osmanlı’ya...

Kimilerine göre son derece yararlı ve bizi tam manasıyla “Avrupalı” kılan, kimilerine göre Osmanlı’yı kötürüm bırakan, dışalımında büyük açıklar verdiren ve nihayetinde batmasına yol açan bir anlaşmaydı.

Hangisi?

Derken İttihat ve Terakki gelecek, hem bu anlaşmayla doğan bütün siyasi, iktisadi kazanımları ortadan kaldıracak, hem de “yepyeni bir anlaşmaya imza koyarak” Maliye’nin dizginlerini Almanlara teslim edecektir.

Anlaşmanın adı çok ilginç: “Millî İktisat Siyaseti...” 

Bakmayın başındaki “millî” ibaresine, Türkçesi “Osmanlı mülkünü ve zenginliklerini Alman devletine peşkeş çekmek”tir bunun.

Ticaret Anlaşması’nı sitayişle karşılayan münevveran, tuhaftır, kapitülasyonların tek yanlı feshi anlamına gelen “Millî İktisat Siyaseti” ni de aynı coşkuyla (yani aynı patolojiyle) karşılamıştı. (Kulakları çınlasın, Besim Tibuk kapitülasyonların lehimize bir durum yarattığını gören, söyleyen ilk ve ne yazık ki tek siyaset adamıdır.)

Bu süreç ne getirmiştir?

İngilizlerle, Fransızlarla, Ruslarla imzalanan irili ufaklı ticari anlaşmaların iptal edilmesini, yerine ne idüğü belirsiz “Mal Mübadelesi”nin ikame olunmasını.

Bu başlık da yanıltmasın sizi.

Adı “Mal Mübadelesi” ama, bu, biraz da, üretimi sınırlı koca imparatorluğun varını yoğunu yeni ittifak uğruna (Almanlarla kurulan yeni ittifak uğruna) çarçur etmesi anlamına geliyordu.

Daha doğru bir ifadeyle, iktisaden batması...

Prens Sait Halim Paşa Sadrazam. Yani Başbakan... Bu işler, biraz da onun başının altından çıkıyor.

Ne bilsin koca Sadrazam, bütün bu gelişmelerin, sonunda komprador karakterli burjuvaziye yontacağını ve yeni iktisat siyasetinin “yönetme biçimi” olarak, günün birinde Ankara’da kıymet kazanacağını...

Şunu demek istiyorum:

Türkiye bir AB ülkesi değildir...

Dün de değildi, yarın da olmayacaktır.

İlerleme Raporu’nda yazılanlar canımızı sıksa da işimize bakmalı ve İttihatçıların düştüğü hataya düşmemeliyiz.

Hele, “Nasılsa bizi AB’ye almayacaklar, şu Gümrük Birliği Anlaşmasını gözden geçirelim” diyenlere hiç kulak vermemeliyiz.

Türkiye bir Avrupa Birliği ülkesi değildir ama kendini “AB standartlarının” dışına da atmamalıdır.