Târih bir boyacý küpüdür.
Ýçinde her tez için fazlasýyla argüman bulabilirsiniz.
Yeter ki kepçeyi küpe uygun yerinden daldýrasýnýz!
Zannýmca bu durumun en geçerli olduðu alanlardan biri de dýþ politikadýr. Benim gibi Soðuk Savaþ yýllarýný (1948-1989) nisbeten yakýndan izlemiþ biri için bunun örneklerini bulmak pek zor deðildir. O yýllar, Doðu ve Batý Bloku olarak iki büyük ve kudretli cebheye ayrýlmýþ bulunan ülkeler, sýk sýk ayný olaylarý ve þahýslarý tanýk göstererek birbirine tamâmen zýd sonuçlara varmakda adamakýllý hüner sâhibiydiler. O çerçevede meselâ birinin “iþgâl” olarak nitelediði bir hâdiseyi diðer taraf “kurtuluþ” diye nitelemekden zerre kadar çekinmiyordu.
Bizim yakýn târihimizde bu tür zýd deðerlendirmelerin çok kullanýldýðý olaylardan biri de Kýbrýs Meselesi’dir. Bu konuyu az çok bilenler, Türk ve Yunan taraflarýnýn ayný olaylarý iþâret ederek nasýl birbirine 180 derece zýd sonuçlara vardýklarýný hatýrlayacaklardýr.
Bu zâten sâdece yakýn târihde deðil, târih boyunca mütemâdiyen baþvurulan bir yöntem olmuþdur.
Benim þimdi buna deðinmekden kasdým, önümüzdeki aylar boyunca, Türkiye’nin de müdâhil olacaðý bâzý bölgesel geliþmelerde böylesine ters deðerlendirme ve mülâhazalarla tekrar uðraþmak zorunda kalmamýz ihtimâli.
Hâlen gerçi Rahmetli Ecevit’in hiç yokdan baþýmýza musallat etdiði, zîrâ ateþkesi altý yedi saat erken baþlatarak kuvvetlerimizin çok daha avantajlý bir pozisyona girerek durmasýný önlediði, Kýbrýs Meselesi’nde herhangi bir hareketlenme beklenmiyor ama buna karþýlýk yine güneyimizde, Irak ve Sûriye’de fevkalâde köklü deðiþimlere yol açabilecek birtakým geliþmeler dikkati çekiyor.
Bunlar aslýnda ayrýntýlý bir yazý dizisini kaldýracak çapda olaylar. Lâkin en kýsa yoldan anlatýrsak sözkonusu iki “sun’î” ülkenin üçer parçaya bölünmesiyle ilgili. Irak’da bu bölünme zâten fi’len gerçekleþmiþ vaziyetde, eksik kalan, bu üç parçanýn istikbâldeki statülerinin henüz tesbît edilmemiþ bulunmasý. Sûriye’de ise böyle bir bölünmenin henüz baþlangýç safhasýnda olduðumuz görüntüsü var.
Bu bölünmeler sonucu ortaya çýkan yâhut çýkacak olan parçalarýn kuzeyde yer alan bölümlerini Türkiye’nin direkt ve hayâtî ilgi alanýna giriyor, çünki “pratiquement” sýnýrdaþýmýz olacaklar. Ýlâveten bu bölgelerin ahâlîleri hemen tamâmen bizim “soydaþlarýmýz”dan teþekkül edecek, yâni Kürd ve Türklerden oluþacak. Buralardaki Arab nüfus çok düþük.
Ýþte bu iki bölge o zaman birleþerek ve muhtemelen (Ankara’nýn da rýzâsý dâhilinde!) Türkiye’deki yoðun Kürd nüfuslu birkaç vilâyeti de aralarýna katarak bir “TürkiyeBirleþik Cumhûriyeti” hâlinde mi AB’ye tam üye olacak, yoksa, Türkiye’deki vilâyetler olmaksýzýn, kýrýlgan bir “baðýmsýz” devlet kurmayý mý deneyecek suali belki büyük önem kazanacak.
Her hâl ü kârda ilginç zamanlara doðru hýzla ilerliyoruz...
Hayýrlýsý...
NOT: Kendilerine “Genç Atsýzlar” adýný münâsib gören bir grup haddini bilmez, te’lif hakký Atsýz Âilesi’nde bulunan “Ötüken” baþlýðýný da gasbederek
Atsýz’ýn eserlerinden korsan baskýlarý piyasaya sürmüþ. Yâni iki türlü hýrsýzlýk!
Üstelik paçavra gibi baskýlar ve içinde binbir türlü hatâ ile!
Bana bunu haber vermek lûtfunda bulunan okuyucularýma teþekkür ederim.
Durumdan haberdârým ve bu edebsizleri yakýnda hizâya getireceðim.
Dikkatli okuyucularýma tekrar þükranlarýmý sunarým.