Selim ATALAY
Selim ATALAY
http://www.selimatalay.com
Tüm Yazıları

Türkiye hem sert, hem de yumuşak gücünü kullanırken...

Suudi Veliaht Prensi, Türkiye’ye sehven saldırmış gibi durmuyor. Kendine yeni vazifeler verilmiş, bir telaş ters yönde gidiyor. 

Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed’in, Türkiye’yi Ortadoğu’daki şer üçgeninin parçası olarak nitelediğini Mısır medyası yazdı. Üçgenin diğer parçalarını İran ve İhvan oluşturuyordu.

Sonra bu demeç, Ankara’daki Suudi elçiliğince -Türkiye’yi kast etmedi- diye çevrildi, ancak inandırıcı bulmadık. Osmanlı da bahane olamaz, durumu hafifletmez. Bir tekzip yapıldı ise, tekzibin aynı medya mecraları üzerinden, aynı boyutta yapılması gerekirdi. Ayrıca Prensin off the record (yazılmamak kaydıyla) bu yorumu yaptığı öne sürüldü. Yazılsın yazılmasın, söylenmesi yeter.

Bir haberci olarak söyleyelim: Off the record diye bir şey yoktur. Sadece -beni kaynak göstermeyin, ne yaparsanız yapın- demektir. Yazılması, söylenenin yanlış olduğunu göstermez. Sadece ses görüntü kaydı yoksa, kaynağın kanıtlanması zorlaşır. 

Bu arada söz söyleyen devlet adamlarının söylediklerinin nereye gideceğini bilecek durumda olmaları gerekir. Bu açılardan bakınca ve Prens Mo’nun genel hal ve siyaseti hatırlanınca, söz çok tutarsız gelmiyor. İfade densizdir. 

Türkiye’ye bu saldırı, 15 Temmuz ihanetindeki BAE payı, BAE ile Suudi Arabistan veliahtlarının yakınlığı düşünüldüğünde, birbirini tamamlıyor. Mısır darbesinde de BAE-Suudi el eleydi. 

Üstelik Prens Mo, kendini ‘Ilımlı İslam’ bayraktarlığına adadı. İçerideki yapı, Suudi devlet refleksi olduğu gibi dururken, kilise kilise gezip, ‘dinlerarası diyalog’ vaazı vermesi ve ‘Ilımlı İslam’ tebliğine girişmesi, kendisine yeni vazifeler verildiğini gösteriyor. Sanki FETÖ’nün boşluğunu doldurmaya çalışıyor. Ilımlı İslamı İngiltere ile birlikte yayma teklifi ise tam evlere şenlik. Suudi Arabistan’da makyajla vitrin kurmanın basiretini zaman gösterecek. 

 

Esas şer geometrisi bakın nerede 

Suudi Arabistan’ın İran ve İhvan konusundaki tavrı, hasmanedir. Bu husumete Türkiye’nin de eklenmesi, şaşırtıcı değildir. Peki bu yorum doğru mu? Üçgen kurmak için, üçgenin üç açısının uyum içinde olması gerekir. İran, İhvan ve Türkiye’nin hangi konularda tam uyum sürdürdükleri konusunda Prensin çok düşünmediği anlaşılıyor. 

Katar olayındaki yanlışına karşı çıktı, Mısır darbesinin haksızlığını-hukuksuzluğunu belirtti diye Türkiye’ye saldırmak, tarihi yanılgıdır. Hukuk ve Adalet açısından, bölge gerçekleri ve Müslüman dünyasının çıkarları açısından Katar ve Mısır’a bakıldığında, asıl Suudi Arabistan ve eksenindekilerin yanlış yolda oldukları görülür. Ortadoğu’da şer geometrisi aranacaksa, Suudi Arabistan’dan başlayıp, yanına BAE, Mısır ve İsrail’i katmak gerekiyor. Hatta liste daha da genişleyebilir. Yani şer mecvut ve kalabalıklar. Bu kalabalıkla üçgen mümkün değil. Olsa olsa yamuk olur.

 

Türk dizilerini yasaklamak 

En son marifetleri de Ortadoğu-Afrika’da TV yayınları izlenen Suudi TV medya grubu MBC’nin Türk dizilerini durup dururken yasaklaması.

Bu kararla üçgen meraklısı Prens Mo arasında bağlantı kurmamak mümkün değil. Eski Kral Fahd’ın kayın biraderi El İbrahim’in MBC şirketini Mo 3 yıl önce satın almaya çalışmış, 3 milyar dolarlık fiyatı fazla bulup vazgeçmişti. Sonra Veliaht oldu ve son zengin tutuklama kampanyasında El İbrahim de içeri alındı. El İbrahim 83 gün sonra Ocak sonunda serbest kaldı. 

Sessizce evine gitti. MBC’yi Mo’ya bıraktığı anlaşılıyor. 

Şimdi kanalın sahibi ve şer üçgeni geometricisi Prens, Türk dizilerini yasaklatıyor. Çünkü Türkiye’nin yumuşak gücü dizilerle Ortadoğu’ya yansıyordu.

Bu durumdan yılmamak, Türk dizilerini Ortadoğuya yayacak bir uydu vericisi ayarlayıp, iyi planlanmış yeni diziler de çekip bölgeye yeniden yayın yapmak gerekiyor. Yeni dizi planlaması bu ortamda kritik önemde. Mesela Ortadoğu için TRT-Dizi kanalı, haber kadar gerekli.

Türkiye Sert Gücünü Suriye, Irak, Ege’de ve Kıbrıs açıklarında sergilerken, Yumuşak Gücünün saldırı altında kalması tesadüf değil. Güç, güçtür... Silah da lazım, televizyon da. 

 

Bir telaşla vitrin değiştirmek 

Prens Mo kendi ülkesindeki akışı değiştirmek için telaş ediyor.

Veliahtlığı için, Suudi hiyerarşisi bozuldu. Zor kullanılması, veliahtlık hakkını taşıyan prensin ve ailesinin silah zoruyla sindirilmesi bir darbedir. Darbeler saadet getirmez. Ayrıca diğer kabilelerin ne derece sindiği ve ne zaman sinmeyecekleri belirsiz. 

Sonra rakip prens ve işadamları, bir otele kapatılıp haftalarca baskı altında tutuldu. Yaklaşık 500 kişiye ‘ya paranı ya canını’ tehdidi yapıldı. Bu kişiler canlarını kurtarmak için servetlerini bırakmak zorunda kaldılar. 

Prens Mo hesapta yolsuzlukla mücadele ederken, kendine 500 milyon dolara yat, 300 küsur milyona Fransa’da şato, 450 milyon dolara da Hazreti İsa tablosu aldı. Tabloyu henüz Suudi Arabistan’a getiremiyor. Ortam uygun olunca yapacak inşallah. Mesele sanatla ya da Hrıstiyanlıkla diyalog kurması değil, bu işleri perhiz-lahana turşusu tutarsızlığıyla yapması. 

Yat alması da acul iştahı ve ruh hali konusunda ayrıntı veriyor: Denizde görmüş, bayılmış. Hemen emir vermiş: ‘Sahibini bulun, bana satsın’... Rus milyarder iştahlı alıcıyı görünce ‘500 milyon’ demiş. Belki şimdi kendini dövüyor: Neden 600 milyon istemedim- diye. 

Savunma Bakanı Mo’nun İran ile kapışmak için yanıp tutuşması da ayrı bir hesap bilmezlik. Haritaya bakınca, Suudi’nin İran’a ulaşması pek mümkün değil. Ancak ABD ve İsrail ile birlikte İran’a sefer düzenleme çabasını, Ortadoğu’nun tarihi ve stratejisi konusundaki bilgisizliğine bağlamak mümkün.

Savunma Bakanına daha Yemen’deki rezalet savaşın hesabı sorulmadı. Hesapta İran’ı Yemen’de sıkıştıracaktı. Batıdan aldığı en modern silahlarla rağmen ‘Terlikli - Kalaşnikovlu Husileri’ geçemedi. Yemen kolera ve açlıktan kırılıyor. Savunma Bakanının askeri bilgi ve becerisi, çöl kumunda kayıp. 

Aynı kumdan kale zihniyetiyle Lübnan’da Hizbullah’ı hedef almaya çalıştı, Hariri’yi piyon olarak harcamaya uğraştı, başaramadı. Şimdi Lübnan’a İsrail saldırısı bekleniyor. 

Bunlar olurken, Mo ve Babası, Trump siyasetinin Ortadoğu’daki yetkili baş bayii olmak için çabaya giriştiler. Trump’ın Mayıs ziyareti İsrail-Suudi ilişkisinin dönüm noktasıydı. İki ülkenin uçak rotaları ile fiili bağlantısı kuruldu. İşbirliği ve temaslar ayrıca sürüyor. Uygun zamanda Suudi - İsrail diplomatik ilişkisi kurulacak.

Şer Yamuğunun parçası olarak İsrail-Mısır ilişkileri derinleştirildi. Mısır’ın ‘terörle mücadelesine’ destek için bayraksız amblemsiz uçaklarla İsrail, Sina Çölünü bombaladı. 

Trump ziyaretinden sonda Katar’a haksız ve hukuksuz abluka geldi. Türkiye ve ABD derin devletinin bir kanadı ayrı ayrı müdahale etmese, Katar’ı yutmuştu. Başaramadı. 

Yaz aylarındaki bu kargaşadan sonra ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşıma kararı açıklandı. BM oylamasına rağmen, Mısır, İsrail ve BAE’nin bu karara perde gerisinden destek verdiklerini görmek zor değil. Mesela İsrail, o kadar yardım ettiği halde Mısır medyasının ve yetkililerinin İsrail karşıtı söylem sürdürmesinden rahatsız oldu: Size bu kadar destek veriyoruz, bari biraz çenenizi tutun- bile dedi. Ancak ‘iç kamuoylarını’ uyutmak isteyen liderlerin bu samimiyetsiz davranışlarını İsrail şimdilik anlayışla karşılıyor. 

Sormak lazım, Kudüs kimin umurunda? 

Şu sıralar Suudi Arabistan ABD’den nükleer reaktör alıp, atom bombası yapmak için uğraşıyor. Sağda solda şer üçgenleri arayan, savaş peşinde olan ve çöl kumunda takılan zihniyete atom bombası vermek?

Ama sinemalar açıyor, kadınlara otomobil sürmeye izin veriyor, teknolojik gelişimi destekliyor, din polisini kısmen yavaşlattı, hatta opera bile yapacak... Ama devletin Vahhabi temeline dokunamadı. Londra ve Washington ‘uygun zamanı bekliyor’ diye avuntuda. Bölgede zaman acaba kimin lehinde, kimin aleyhinde?