Türkiye için bir Zelenski hayal edenler ve gerçekler…

Tarih çok iyi bir öğretmen, tabii ki ders alana.

Etrafımız ateş çemberi, deyip duruyoruz ya; biz bu ateş çemberi içinde hasbelkader barış adası olarak kalmadık. Türkiye'nin atlattığı badireleri gözünüzün önüne getirin. Atlatamasaydık ne olurdu bir düşünün?

17-25 Aralık emniyet-yargı marifetiyle yapılan hükümet darbesini hatırlayın. Buna karşı AK Parti ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın verdiği mücadele nasıl konuşuluyordu? AK Parti içinde bile "bakanları ver kurtul"cular vardı. Mesele gerçekten bu olsaydı, elbette; niye itiraz edesin.

Ama FETÖ marifetiyle ve muhalefet partilerinin desteğiyle kotarılan yolsuzluk susturuculu bir darbe girişimiydi sahneye konan.

Gezi Parkı kalkışmasını hatırlayın; ağaç bahanesiyle başlatılan çadırlı eylem, dönemin FETÖ'cü emniyet mensuplarının çadırları yakması ve bilumum terör örgütlerinin Gezi Parkı'nda üs yapmasıyla bir işgal eylemine dönüştü. Taksim Meydanı'nda Atatürk ve Abdullah Öcalan posterlerini sallayanlar birlikte halaya durdu. Molotoflar atıldı, Başbakanlık Dolmabahçe Ofisi basılmak istendi. Eylemciler Türkiye'nin önemli yatırımlarının durdurulmasını talep etti. CHP bu eylemden sonra mütemadiyen halkı sokağa çağırdı. Türkiye o tarihten sonra sokak hareketleriyle ve terörle istikrarsızlaştırılmaya çalışıldı.

MİT Başkanı'nın gözaltına alınması girişimini hatırlayın, FETÖ'nün bütün kalemşörleri ve muhalefetin bütün siyasi aktörleri hukukun üstünlüğünden dem vuruyordu; "hukuk herkese eşit uygulanmalıydı, MİT Başkanı'nın ne ayrıcalığı olabilirdi". Amaç, MİT Başkanından Başbakan'a ulaşmak ve devletin en tepesini vatana ihanetle yargılamaktı.

MİT tırları operasyonunu hatırlayın; Türkiye devletini El Kaide'ye silah yardımı yapıyor diye göstermek için kurtulan büyük bir tezgahtı. Tırları durduran, soruşturmayı başlatan, basına servis eden... Her şey ayarlanmıştı. Bu büyük operasyon, "Türkiye, Suriye'de Kürt özgürlük savaşçılarına karşı DEAŞ'ı destekliyor" yalanına delil haline getirilmek istendi.

Kobani ayaklanmasını hatırlayın; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir uyarı niyetiyle söylediği "Kobani düştü düşecek" lafı tüm dünyaya "Erdoğan'ın DEAŞ'a desteği" şeklinde sunuldu ve bu yalan üzerinden Türkiye'de bir Kürt ayaklanması çıkartılmak istendi.

Hendek terörünü hayırlayın; çözüm sürecinin ılımlı ikliminde HDP'li belediyeler ve PKK, FETÖ gözetiminde şehirleri mühimmatla doldurup hendekler kazarak savaş alanına çevirdiler. Solcu akademisyenler "sivil itaatsizlik eylemi" diye tanımladı bu terör eylemlerini. HDP'liler ve FETÖ'cüler Birleşmiş Milletle Barış Gücünü müdahaleye çağırdı. CHP Genel Başkanı PKK'lı terörsitlere "Hendek kazan arkadaşlar" diye seslendi.

15 Temmuz Darbe girişimini hatırlayın; milletin silahlarının FETÖ'cü hainlerce millete doğrulduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bile bombalandığı, dünya tarihinde nadir rastlanan bir ihanetle sınandı Türkiye.

Tüm bu süreçte hedefte hep Erdoğan vardı, "Seni başkan yaptırmayacağız"la başlayan kampanyaya kimler su taşımadı ki.

PKK'sından FETÖ'süne, ABD'sinden İran'ına, İsrail'inden BAE'sine, CHP'sinden HDP/DEM'ine içeride ve dışarıda adeta bir konsorsiyum Erdoğan'ı hedefe koydu.

Bunları neden mi hatırlatıyorum?

Türkiye'ye karşı bu yıpratma savaşını verenler, Türkiye'nin başından Erdoğan'ı göndermek ve yerine Zelenski gibi halkının, ülkesinin, devletinin hayrını göremeyen, dostunu düşmanını ayırt edemeyen bir çapsızı getirmek istediler. Çok adayları oldu, kimisini saz çaldırarak pazarladılar, kimini yapraklara alkışlattılar.

Günün sonunda bu millet, feraseti ve basireti sayesinde 2012-13'te başlayan içeriden ve dışarıdan çevreleme siyasetine yenilmedi.

Etrafımızdaki ateş çemberinden etkilenmemiz mümkün değil. Ama hala dimdik ayaktayız. Safları sıklaştırırsak dünyanın içine girdiği türbülanstan en az hasarla çıkan ülkelerden olmayı başarabiliriz.

Bölgemizdeki ateşe de su taşıyabiliriz.

Devlet Bahçeli'nin mütemadiyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'a işaret etmesi ve devletin başında bir dönem daha onun olması gerek demesini bu çerçevede anlamak lazım.