Uçaðýmýzýn Suriye tarafýndan düþürülmesinin ardýndan baþlayan gündem, farklý boyutlar kazanarak devam ediyor. Önceki gün Baþbakan Tayyip Erdoðan’ýn parti grubunda yaptýðý konuþma, gerek muhtevasý, gerekse kurgusu açýsýndan önemli mesajlar taþýyordu.
Baþbakan, hem iç ve dýþ kamuoyuna olup biteni aktardý. Hem atacaklarý her adýmýn uluslar arasý hukuka uygun olacaðýnýn altýný çizdi. Hem de bu coðrafyada Türkiye’nin ne anlama geldiðini muhataplarýna ifade etti. Türkiye, dostluðu önemsenen, düþmanlýðýndan ve gazabýndan sakýnýlmasý gereken bir ülke. Erdoðan’ýn konuþmasý, hem tarihin derinliklerinden gelen ortak noktalara, hem de bu ortak noktalarý dikkate almayýp burnun dikine yol almak isteyenlere gereken cevabý verdi.
Ayrýca bu konuþma, geçtiðimiz Cuma günü itibarýyla devam eden kriz yönetiminin önemli bir parçasýydý. Sakin, ama kararlý, itidali elden býrakmayan, ama tüm seçenekleri gerçekten masada tutan, iç ve dýþ kamuoyunu bilgilendirme konusunda cesur davranan, her bakýmdan baþarýlý bir kriz yönetimi sergilendi.
***
Kuþkusuz sürecin devamý çok daha hassas. Öncelikle bu saatten sonra bölgemizde bu türden saldýrý, provokasyon ve benzeri hamleler konusunda daha hazýrlýklý olmak gerekiyor. Nitekim Baþbakan Erdoðan’ýn konuþmasýndaki ‘Suriye artýk açýk ve yakýn tehdittir. Sýnýrda tehdit olarak göreceðimiz her unsur, askeri hedef muamelesi görecektir’ deðerlendirmesi bir anlamda buna iþaret ediyor. Ayrýca muhtemel tehditler üzerinden yapýlan hazýrlýklarýn habercisi.
Türkiye’nin saldýrý sonrasý ortaya çýkan tavrýný, yetersiz, alttan alan yahut sinmiþ bir politika olarak deðerlendirenler var. Buna kesinlikle katýlmýyorum. Birkaç nedenle. Ýlki, ‘misilleme’den ne anladýðýmýzla ilgili. Eðer sadece askeri anlamda bir cevap vermekle Türkiye’nin doðru adým atacaðýný düþünüyorsak, bu her þeyden önce yaþadýðýmýz ülkeye haksýzlýk. Türkiye’yi günü birlik ya da türedi bir devlet gibi görmek kabul edilemez.Ýkincisi, olup biteni doðru okumamakla eþdeðer bir yaklaþým. Üçüncüsü, tam da birilerinin istediði alana/tuzaða çekilmenin ifadesi.
Yeri gelmiþken, bu tartýþmalarý yürütürken sýk sýk ‘Savaþa girmek yanlýþtýr, bu tuzaða düþmeyelim’ gibi ifadeler kullanýyoruz. Burada dikkat çekmek istediðimiz nokta, sanki savaþa girmek ve gönüllü olarak bataða saplanmak isteyen bir devlet politikasý var ve buna engel olmaya çalýþýyoruz gibi algýlanmamalý. Tam aksine, gerçekten Türkiye’nin duruþuna, gücüne ve tarihine yakýþýr bir ‘devlet aklý’nýn devrede olduðunu özellikle vurgulamak istiyorum. Bazý ayrýntýlarý dikkate almazsak, muhalefetin de buna katký saðladýðýný, özellikle MHP ve Devlet Bahçeli’nin ciddi bir saðduyuyla hareket ettiðini aktarmak gerekiyor.
Burada savaþ tamtamlarý çalanlar, askeri müdahale olmadýðý takdirde itibarýmýzýn zedeleneceðini düþünenler tezlerini gözde geçirmek zorunda. ‘Türkiye böyle bir savaþa girmez, bu tuzaða düþmez’ derken tam da bu yanlýþ tezin sahiplerini kastediyoruz. Yoksa ortada ne savaþa ve bataklýða meraklý bir Türkiye var, ne de bunu savunan bir akýl ya da kurum.
Böyle durumlarda toplumun, yaþadýðý ülkeyi yönetenlerden ciddi beklentileri olur, olmasý da son derece normaldir. Ancak bu beklentileri alýp köpürtmek, bunlar üzerinden akýl fikir yürütmek, iþte burada durmak gerekiyor. Çünkü devlet politikasý, elbette toplumu, beklentilerini, hatta sokaðýn dilini bile dikkate alýr. Ama tümüyle bunlar üzerine bir kurguyla hareket edemez. Devletin ve hükümetin sorumluluðu, ortaya çýkan tüm beklentileri karþýlamak deðil, doðru yönetmektir.
Suriye’yi yakýn gelecekte ne bekliyor, onu da bir sonraki yazýda tartýþalým.