Türkiye Kudüs için ne yapıyor?

Diyelim ki bir felaket yaşanmış. Evde bir darlık, bir sıkıntılı hal yahut cenaze var. Ve o olağanüstü zamanda eve girip çıkanlar, ziyarete gelip gidenler var.

Ama fark ediyorsunuz ki bunların bir kısmı gitmiyor.

Bilakis eve yerleşiyorlar, sayıları giderek artıyor. Evde, odalarda, eşyalarda hak iddia ediyor, evin düzenini zorla ele geçiriyorlar.

Size hakaret, çoluğunuza çocuğunuza eziyet ediyor, ceza veriyor, sürgün ediyor, hapsediyor, katlediyor…

Kimse de çıkıp “hop orada ne oluyor” demiyor. Hatta hırsızı arkalayanlar, kollayanlar, sırt sıvazlayanlar. 

Derdinizi anlatacağınız, hakkınızı arayabileceğiniz bütün kapılar da birer ikişer işlevsizleşince varlığınız çığlığınızdan ibaret hale geliyor.

Hadi şu sorunu çözelim diye araya giren hakemlerse, hırsızı evden atmak yerine evinizi aranızda pay ediyor.

Sizin olanın yarısını ona veriyor ve kabullenmenizi bekliyor.

Zorlanıyorsunuz haliyle.

Ama baskı da, zorbanın yayılışı da sürdüğü için “peki” diyorsunuz, “lanet olsun, bari bir yerde dursun, bu saçmalığın artık bir sınırı olsun”.

Ama olmuyor!

***

İsrail’in hikâyesi budur. İsrail budur. Bugün Filistin meselesini takip ederken, Kudüs’ün statüsünü, Mescidi Aksa’nın dokunulmazlığını korumaya çalışırken de akıldan çıkarılmaması gereken şey budur bence.

Muhataplarımız unutabilir. Umursamayabilir. Utanmayabilir ama gerçek değişmez. Onların bu gasptaki rolünü de çekinmeden çarpmak gerek o yüzden suratlarına. Her platformda.

1800’lerin başından itibaren önce daha az sayılarda, sonra yüzyıl biterken ve 1900’lerle birlikte katlanarak artan sayılarda Yahudi’yi dünyanın dört yanından toplayıp Filistin’e yerleştiren İngiltere’nin rolünü.

Siyonist işgal belli bir sayıya ve kıvama geldiğinde İngiltere’nin Filistin’den çıktığını ve İsrail devletinin danışıklı bir hazırlıkla o gün ilan edildiğini, ilandan sadece 11 dakika sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin, 1 gün sonra ise Rusya’nın kabul ettiğini de.

Ve elbette, 1 yıl sonra, 1849’da da Türkiye’nin tanıdığını, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olduğunu.

***

Dün, bu üç devletin, İngiltere, ABD ve Rusya’nın daimi üye olduğu BMGK’da görüşüldü Trump’ın Kudüs kararı sonrası. Elbette buradan Filistin yararına bir şey çıkması beklenmiyor. ABD vetosu bekleniyor. Amaç itirazı BM Genel Kuruluna getirilerek dünyanın desteğini almak.

Yoksa Filistin topraklarının gasp edilmesinde açıkça rolü olan devletlerin insafına kalması elbette zulümdür Filistinliler ve Filistin davasına inananlar için. O yüzden de önemli ve değerli Türkiye’nin çabaları.

Azımsamak, burun kıvırmak, kulp takmak kolay ama hiç saygıya değer değil.

Saygıya değer olan, bu gidişatı durdurmak için haklılığınıza gölge düşürmeyecek, Filistinlilerin ve her birimizin onurunu çiğnetmeyecek bir mücadeleyi yürütmektir.

Şu an Türkiye, devleti ve milletiyle bunu yapıyor. Hem diplomasinin imkanları zorlanıyor, hem İslam âleminden güçlü bir irade çıkartmaya çalışılıyor. Bir yandan da ülkenin hemen her şehrinde Kudüs mitingi düzenleniyor. Filistinliler yalnız değildir, Kudüs namusumuzdur deniyor.

***

Fakat Müslümanlar arasındaki dağınıklığı, tıkanıklığı, zorluğu sürekli dile getirmenin ve umut kırmanın, moral bozmanın ne Filistinlilere, ne Kudüs’e faydası yokken bunu kendine iş edinen, buradan kariyer yapan bir kesim var.  Bir kısmı bu yolla küçük hesaplarını görmeye, bir kısmı kronik depresyonunu herkese yaymaya çalışıyor. Üstelik Türkiye’de Kudüs konusunda siyasiler arasında bile iyi kötü bir birliktelik oluşmuşken.

Peki, Türkiye kötücül ve kasti eleştirilerde olduğu gibi kuru hamaset yapmıyorsa ne yapmaya çalışıyor?

Şunu: İsrail’i durdurmak istiyor. İsrail’i BM’nin kayıt altına aldığı uluslararası kararlara sabitlemek istiyor. Hırsızlığı, hukuksuzluğu, cinayetleri bitmeyen İsrail’i asgari bir hukuka uymaya zorlamak istiyor.

İsrail’in durmayan yayılışını Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti ilan ederek sınırlamak istiyor. İki devletli çözümü zorlamak istiyor.

Bu çabayı azımsamak Filistin mücadelesini baltalamaktır ve sadece İsrail’e yarar.