Dýþarýdan bakýldýðýnda Suriye meselesinde iki “þahin” ülkeden biri Türkiye, diðeri Suudi Arabistan olarak görülüyor. Uluslararasý yayýnlarda Suriye hakkýnda yapýlan bütün deðerlendirmelerde öne çýkan ortak görüþ bu. Yazýlanlara bakarsanýz, Suriye’de yaþanan dramýn sona erdirilmesinde diplomatik çözüme þans tanýmayan, Beþþar Esed yönetimi devrilmeden sorunun çözülebileceðine inanmayan bir bakýþ açýsýný paylaþýyor iki ülkenin yöneticileri.
Böyle bir algý var. Ama aslýnda bu algý iki ülkenin Suriye konusunda -tabiri caizse- “offside”ta kalmýþ olmasýndan kaynaklanýyor. Çünkü sürecin baþýnda ayný hizada duran öbür ülkeler çoktan baþka yerlere kaymýþ durumdalar. Baþta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere Þam rejiminin eskiden beri muhasýmý olan güçler bugünlerde Suriye’deki sorunun çözümünde silahlý seçeneðin ele alýnmasýna karþýlar. Býrakýn kendilerinden Libya’da yaptýklarý gibi bir askeri koalisyon oluþturarak bu ülkeye müdahale etmelerini beklemeyi, Suriye’deki direniþçilerin silahlandýrýlmasý taleplerine bile olumlu cevap vermeye yanaþmýyorlar. Bu tavrýn elbette bir sebebi var. Özellikle bir yýl öncesinde Baas rejimini devirmeyi amaçlayan giriþimleri baþlatan ve bu arada Suriye muhalefetine de ümit veren güçlerin þimdi yan çiziyor olmalarý sebepsiz deðil.
Sebep gayet basit: Ýþin sonunun baþta düþündükleri gibi olmayabileceðini gördüler. Rusya ve Çin her þeye raðmen Þam yönetiminin arkasýnda durmaya devam etti. Rejimin arkasýnda toplumsal bir dayanak ve destek olduðu ortaya çýktý. Bir yýllýk süre sonunda ne orduda ne emniyette ne de istihbaratta beklenen “çözülme” yaþanmadý. Muhalefetin yönetimi devirmeye gücünün yetmeyeceði, dýþarýdan destekle de sonuç almanýn zor olduðu anlaþýldý. Tek çarenin uluslararasý bir askeri müdahale olduðu görüldü. Ne var ki bunun da mezhepsel ve etnik temelde bir bölünme dýþýnda sonucu olmayacaðý ortaya çýktý. Yeni oluþacak rejimin batýlý güçlerin çýkarlarýna tehdit oluþturma riski de sonradan akýllara geldi. Bölgede bir “ikinci Afganistan”ýn doðmasý endiþesi bazý giriþimleri frenledi.
Diðer yandan Esed rejiminin uluslararasý bir askeri operasyonla devrilmesinden sonra ortaya çýkacak yeni Suriye tablosu Türkiye ve Suudi Arabistan açýsýndan da iç açýcý deðil. Suudi Hanedaný’nýn baþ düþmaný El Kaide çizgisinin Suriye’nin en azýndan bir parçasý üzerinde devlet haline gelme ihtimali kadar, muhtemel bir bölünme sonrasýnda Kuzey Suriye’de oluþacak bir Kürt devleti seçeneði de her iki ülkenin milli çýkarlarý bakýmýndan kaygý vesilesi.
Ama buna raðmen özellikle Suudi Arabistan bir türlü geri adým atmaya yanaþmýyor. Suudilerin ýsrarý baþýndan beri Suriye’yi Ýran’la kavgalarýnýn zemini olarak ele almalarýnýn gereði. Daha doðrusu Ýran’ýn bölgede teþkil ettiði tehditkâr Þii bloku karþýsýnda bir Sünni blok kurma çabalarýnýn doðal parçasý.
Bu noktada “Peki, Türkiye neden bu kadar þahin?” diye soranlara þöyle bir cevap vermek geçiyor gönlümden: Türkiye belki de gidiþatýn kontrolünü bölgede Sünni blok oluþturmak peþindeki dostlarýna býrakmak istemediði için meseleye haddinden fazla dâhil oldu. Çünkü Suudilerin tavrý Suriye’ye belki uzun yýllar boyunca sonuçlanmayacak bir iç savaþ çýkarmaya yönelik. Türkiye ise sonuçlarý öngörülemeyecek bir iç savaþa dönüþmeden bir an önce sorunun çözülmesinden yana. Bölgede mezhep ihtilafýna dayalý bir “yeni soðuk savaþ” süreci baþlatmak isteyenler de Türkiye’den ziyade Suudilerin tutumunu destekleme eðilimindeler.
Bu þartlar altýnda Türkiye’nin “þahin” görüntüsü vermeyi sürdürmesi ne kadar doðru?