Türkiye neden çantada keklik

Yüzölçümü ufak, nüfusu düşük ve futbolda hiçbir gücü olmayan devletlere, “Kıytırık ülke” demek yakışıksız kaçar. Ama gerçek değişmez... UEFA ve FIFA gruplarında hep son sıralarda yer alırlar. Üstelik galip gelemeden, hatta puan alamadan grup maçlarını tamamlarlar.

Kimdir bunlar?

Malumunuz; Faroe Adaları, Andorra, San Marino, Liechtenstein, Malta, Lüksemburg... Bu Cep Ülkeleri’ne; Yugoslavya ve Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde ortaya çıkan Makedonya, Letonya, Litvanya, Moldova, Gürcistan, Azerbaycan, ve Kazakistan gibiler de katıldı. Bugünkü rakibimiz Estonya da, bu gruba dahildir. Futbolda sıfır başarı, hepsinin temel ve ortak özellikleridir.

Eskiden İzlanda ve Kıbrıs Rum Kesimi de bunların arasında yeralıyordu. Ama şimdilik bir adım öne geçtiler.

***

Şimdi sıkı durun... Türkiye, futbolda belirgin bir varlığı ve iddiası olduğu halde: yukarıda adları geçen tüm takımlara karşı puan kaptırmış ya da maç kaybetmiş tek ülkedir.

Hepsi, tarihlerindeki en büyük başarılarını Türkiye’ye karşı almıştır. O kadar ki; San Marino tarihinde ilk korner atışını bize karşı kullanmakla böbürlenmiştir. O maçta bizden puan da aldılar.

Futbol gücü, kalitesi ve paritesi bizim konumda olan (Yani futbolda azbuçuk gelişmiş) benzer ülkelerden hiçbiri, bu gariban ülkelere karşı bizim gibi ve sürekli olarak boyun eğmemiştir.

Bir değil, iki değil, beş değil, onbeş değil... Sayısız defa başımız öne eğildi.  Bunlara kaptırdığımız maçları birbirine ekleyin, Mars’a kadar otoyol olur.

Faroe Adaları tarihindeki ilk maçını Türkiye ile yaptı. Halı saha gibi dört bir tarafı telörgülerle çevrili stadın soyunma odası olmadığı için, futbolcularımız saha kenarında soyunup giyinmişti. Duşlarını otelde aldılar. O maçta 1-1 berabere kaldık.

Afedersiniz, zorunuza gidecek ama; alay konusu olduğumuz böyle çok maç oldu.

***

Bugün de Estonya karşısındayız... Tarih bir kez daha tekerrür edecek diye ödüm kopuyor. Bunlara da (Üstelik kendi evimizde) puan kaptıracaksak; kepenkleri indirip dükkanı kapatalım.

Yeter artık!

Avcı olanla, savcı olanlar

Abdullah Avcı, Hollanda maçında Selçuk İnan ve Gökhan Gönül’ü oynatmadı diye, çok eleştirildi. Neden oynatmadığını basın toplantısında izah ederken “Taktik gereği” dedi.

Bu mazeret; iki önemli futbolcumuzu bu maçta oynatmamaya modife edilemez. Böyle bir “Taktik gereği” savunması; hiçbir maç için geçerli değildir. Tamamen kafadan atmadır... Hocanın açıklaması tekniğe, mantığa, akıla ve vicdana sığmıyor.

Radikal bir karar alıp, “Türkiye’nin sistemini yerinden oynatıyor” dedirtmek için; gereksiz riskler yüklendi. Olası bir başarıda koz olarak kullanacağı durum, 2-0’dan sonra aleyhine dönüştü. Şimdi pişman olmuştur ama, artık iş işten geçti.

***

Selçuk İnan ve Gökhan Gönül’ü bugün de sahaya sürmezse; “O meçhul taktik hangi maç için geçerli” sorusu gelir ki, bundan sonrası canını yakar... Yan çizip bunları ilk onbire alsa; bu kez “Mahalle baskısı”na boyun eğmiş sayılacak.

Abdullah Avcı durduk yerde başına iş aldı, dert açtı.

İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u çalıştırdığı dönemde; taraftarı olmadığı için üstünde seyirci baskısı yoktu. Basın hatalarını ince eleyip sık dokumuyordu. Eskiden tartışmaya açık olmayan rahat kararlar aldığı için, aynı düzenin milli takımda da devam edeceğini sanıp keyfi uygulamalara geçti. 

Kazın ayağı öyle değil...

Büyükşehir’in değil, büyük devletin takımını yönetiyorsun hocam. Lütfen farket!

Otur oturduğun yerde!

Hocamız, “Turnuvalara şimdiye kadar hep baraj maçı oynayarak gittik. Artık lider gideceğiz” demişti.

Ama lider gitmek için, liderliğe oynayan takımları yolundan çevirmek gerek. Çünkü onlardan alacağın puanlar bunu sağlayacak. Öbür takımları zaten herkes yenecek. Senin farkın ne?

Üstelik gariban takımlara karşı sürekli puan kaybetme gibi beter bir alışkanlığın da var. Bu iş nasıl olacak?

Tarihihinin en kötü durumundaki Hollanda’ya bile diş geçiremiyorsan; birileri “Otur oturduğun yerde” diye hayıflanmaya hak kazanır. Lider olalım derken, heder olmayalım. Çamurdan olsun ama barajdan olsun, ona dünden razıyız.