Türkiye Psikoterapi Zirvesi

Bu hafta sonunu Türkiye Psikoterapi Zirvesi’nde geçirdim. Mehmet Dinç’in öncülüğünde yapılan organizasyon, Türkiye’de psikoterapilerin öncü kişilerini bir araya getirdi. Ben de Disosiyatif Kimlik Bozukluğu’nun tanı ve tedavisini sundum.

Zirve aslında psikoterapilerin bir pazarı gibiydi. Farklı terapi ekollerinin farklı yaklaşımlarını eş zamanlı görme imkânımız oldu. Farklı ekolleri eş zamanlı görme karşılaştırmalı anlamayı mümkün kıldığı için kıymetli. Böylece meslek hayatının başındaki psikoterapist adaylarının yolunu daha bilerek seçme imkânı oluşmuş oldu.

 

Psikoterapilerin yardım etme gücü

İnsanların ruhsal acıları var. Adına psikiyatrik/psikolojik rahatsızlıklar dediğimiz haller insan tekine acılar veriyor. Bu acıları gidermeye yönelik çabalardan biri de psikoterapi. 100 yıllık geleneğe sahip olan modern psikoterapi geleneği önemli bir entelektüel yetkinliğe ve yardım edici potansiyele ulaşmış durumda. Sıkıntılarımızı gidermenin sadece ilaçlara kalmaması iyi bir durum.

 

Psikoterapi ekollerinin birbirleriyle mücadelesi

Psikoterapi ekolleri bir taraftan gerçeklik ve etkinlik anlamında birbirleriyle mücadele halinde iken diğer taraftan ticari pazar açısından birbiriyle mücadele halinde. Örneğin psikanalizle başlayan sürece davranışçılar bilimsel ve entelektüel itirazda bulundu. Bilişsel yaklaşımlar da davranışçılara itiraz etti. Duygu odaklı terapiler de hem bilişsel hem de davranışçılara itiraz ettiler.

Bu hesaplaşma süreçleri aslında etkileşimsel bir gelişimi gösteriyor.  Ama psikoterapilerin bir de ticari meta tarafı var. Bir psikoterapi ekolu kurmak, markalı bir ürün pazarlamak gibi. Eğer bir psikoterapi ekolünü kurarsanız veya Türkiye temsilcisi olursanız gelir getiren bir ürününüz olmuş olur. Bu sebeple kendi markanızın arkasında olmanız gerekir. Aslında modern dünyanın kuralları içinde bu da anlaşılabilir bir durum.

 

Psikoterapilerde ithalatçı temsilcilik

Türkiye Psikoterapi Zirvesi’nin gösterdiği şeylerden biri de psikoterapilerde büyük oranda ithalatçı olduğumuzu daha açık bir şekilde görmemiz oldu. Her bir psikoterapi alanının önde gelenlerinin diğerlerinden farkı yurtdışı temsilciliklerinde öncü olmaları. Çoğu kişi alanda uzun süredir çalışma sonucunda kendi katkılarını oluşturabilecek hale gelse bile, bu katkı düzeyi orijinallik veya yeni bir şey düzeyinde değil.

Psikoterapilerdeki bu ithalatçı temsilcilik meselesinden dolayı kimseyi suçlamak yersiz ve işe yaramaz bir yaklaşım olur. Ülkenin diğer alanlarındaki üretme düzeyi neyse psikoterapiler alanında da aynı şey oluyor. Yine de dünyada 450 civarında psikoterapi ekolü tanımlanmışken bunlar arasında bu topraklardan çıkmış bir psikoterapi ekolünün olmaması üzüntü verici. 

Sonuç olarak, Türkiye Psikoterapi Zirvesi Türkiye için önemli bir etkinlik oldu.  Psikoterapistlerin sayı ve yetkinliğinin artması ve psikoterapi hizmetinin toplumda yaygınlaştırılmasının Türkiye’nin lehine olduğu kanaatindeyim.