Türkiye, San Marino olmak mı istiyor?

Avrupa kupalarındaki kulüplerimiz ile, Dünya Kupası elemelerindeki milli takımımız yerlerde sürünüyor. Süper ligimiz de futbol fakiri... Her platformda sergilenen futbol; silik, çağdışı, amaçsız ve sistemsiz... Taktiğimiz, daha çok dan-duna dayanıyor.

Sahamızdaki Romanya yenilgisinden sonra; Abdullah Avcı’nın basın toplantısındaki tavrı, 1-0’ın getirdiği üzüntü ve utanç duygusunu hiç yansıtmıyordu. Aksine umursamaz ve neredeyse küstahtı... “Yenilmişsek yenilmişiz; ne olmuş yani” der gibiydi.

***

Oturup ağlasın, başını duvarlara vursun ya da 5 dakika sonra intihar etmeye niyetli bir adamın ruhsal tripine girsin demiyoruz. Ama  grupta bizi tamamen iddiasız duruma getiren yenilgiyi bu kadar kolay sindirmiş, rahat (Belki de sorumsuz) bir psikolojiyi, aynı savurgan hoşgörüyle kabullenemeyiz.

Abdullah Avcı’nın, bu ülkeye hesap verme zorunluluğu yokmuş gibi bir edayla konuşması; beğenin-beğenmeyin “Adım Hıdır, yaptığım budur” diye kestirip atan bir tavır içeriyor. Resmi ya da özel her maçta ayrı bir kadro deneyen şaşkınlığını, yarınlar için deneysel bir girişim (Hatta zenginlik) olarak algılamamızı istiyor.

Kafasında tasarladığı teknik bir şablon varsa; o oyun düzeninin hiçbir izdüşümünü sahada göremiyoruz. Daha çok “Saldım çayıra, mevlam kayıra” anlayışı hakim... Kitabına, kuralına göre değil; herkes kendi kafasına göre oynuyormuş gibi bir görüntü var. İşin tuhafı, bu şahsi futbolu bile layıkıyla yapamıyorlar. Romanya yenilgisinde biraz Emre, biraz Arda oynadı O kadar!

Takımın hocası hiç olmasa, başımıza bundan daha büyük bir felaket gelmezdi. Olacağı budur!

***

Abdullah hocanın hafif çok bilmiş hali, olacak hiçbir kötü şey için üzerine alınmamak gibi gamsız tavrı; sorunun odak noktasını işaret ediyor.  

Bugün Macaristan maçını geçsek bile; o galibiyet dış kapının mandalı olmaktan daha fazla önem taşımayacak. Türkiye’yi ilk üç maçında devrı dışı bıraktıranlar utansın!

Andorra bile bizden puan kaparsa şaşmayın!

Yorumcu olmayanı dövenler ülkesi!

Eskiden bir kaç önemli gazete vardı. Önceleri televizyon yoktu. Sonra TRT uzun süre tek tabanca kaldı. Radyo sayısı da çok sınırlıydı.

Şimdi gazete çok, televizyon çok, radyo çok...

Eskiden spor dergisi çok azdı, şimdi o da çok!

Sosyal medya bile patladı.

Böyle olunca; spor yazan, söyleyen, yorum yapan insanların sayısı inanılmayacak kadar tavan yaptı. Bir ülkenin, köşe sahibi 500’den fazla spor yazarı, bir o kadar TV yorumcusu olur mu? Oldu!

Sonuç:

Nerde çokluk, orda b.kluk durumu...

***

Hiçbir mesleki kariyer yapmadan ve kendini belgeleme deneyimi bile olmadan tepeden inme sunuculuk yapanlar, oturum yönetenler var. Her yerden mantar gibi çıkıyorlar.

Söz söylesin diye prorgam, yetki ve şans verilenler arasında; daha önce adını hiç duymadığım sürüyle yeni isim var. Yenilere ve yeniliklere elbette ihtiyaç vardır ama; bu ihtiyaçlar karpuz seçerken gösterilen ihtimam kadar bir özen içermiyorsa, sonuç hayal kırıklığı olur.

Dünyanın hiçbir ülkesinde ve Afrika dahil hiçbir kıtasında, Türkiye’deki kadar bol kepçe yorumcu yoktur.