Türkiye savaşa mı sürükleniyor?

Cumhurbaşkanımız Erdoğan:

Ey İsrail bu kafayla bir yere gidemezsin.

Yanına ister Amerika'yı al ister başkalarını, istersen Batı'yı al, bir yere gidemezsin.

Amerika dünyada adaletle hükmedilmesini sağlamadığı, istemediği için o da kaybedecek.

Bütün mesele adil bir dünyanın kurulmasından geçer.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli:

Bugün Filistin yarın tüm bölge ve tüm Türkiye'nin kuşatılması amaçlanıyor.

Kudüs, Gazze, Halep, Kerkük, soydaşlarımız ve din kardeşlerimiz güvende değilse, Ankara'nın güvenliğinden hiçbir akıl ve vicdan sahibi bahsedemeyecektir.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan:

Bölgemiz tam manasıyla dönüm noktasındadır.

Ya daha büyük savaşa ya da daha büyük bir barışa gideceğiz...

...

Bütün bu sözleri nasıl yorumlamalıyız?

Kimileri Türkiye'nin savaşa doğru gittiği vehmini pompalıyor...

Kimileri de kararlılık göstergesi olarak yorumluyor.

Daha önce de dile getirdik...

Tarihi coğrafyamız yanıyor.

Kirli stratejiler bir bir hayata geçiriliyor.

Üstelik bütün dünya diken üstünde!

Ama içeride tuhaf bir muhalefet anlayışı;

Bütün bu olup bitenlerden bize ne diyor.

Oysa Türkiye kirli bir savaşa karşı insani değerleri korumak için var gücüyle mücadele ediyor.

Batının kanlı stratejilerine karşı barışı dile getiriyor.

Ama nafile...

...

Bir kere şunu anlamak zorundayız...

İsrail Sorunu, Batı Sorunu'nun uzantısıdır!

Bölgesinde İsrail sorununu çözmek ve barışı tesis etmek için Türkiye...

Asırlara sâri Batı Sorunu'nu net bir şekilde çözüme kavuşturmalı.

Hepimiz biliyoruz...

Batı, her zaman kendinde bir katliam hakkı bulmuştur.

İster buna Haçlı Seferleri sırasında dogma hakkı densin...

İsterse modernleşme sürecinde medenileştirme hakkı.

Tarihin en büyük katliamlarını bir şekilde bir inanca, bir teoriye dayandırdı.

İsrail'in katliam stratejisinin kaynağına ulaşmak istiyorsak...

Batı'nın sömürge döneminde izlediği stratejilerine bakmamız yeterli.

Malum...

Modern dünya demek biraz da liberal evreni inşa eden güneş batmayan imparatorluk yani Büyük Britanya demek.

Ve bu evrenin aklının temayüz ettiği en önemli adamlarından biri Churchill...

Birinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrası Churchill ne diyor bakın:

"Gaz kullanımı hakkında koparılan onca fırtınayı anlamakta zorlanıyorum. Ben medenileşmemiş kabilelere karşı zehirli gaz kullanılmasına tamamen taraftarım. Bunun iyi bir ahlaki etkisi olacak ve kalıcı bir korku yayacaktır."

İşte size medeniyet...

Diğer bir zamanda ise katliam yapmanın gücün ve güçlünün doğal hakkı olduğunu dile getiriyor:

"Ben ne Amerika'daki Kızılderililere ne de Avustralya'daki siyahlara kötü bir şey yapıldığını kabul ediyorum. Daha güçlü, daha üstün biri gelince kendine yer açar ve orada olan da bu."

Batı'nın araçsal aklı, teorilerle bu katliamcı ruhu meşrulaştırır.

Zaten bütün büyük katliamların temelinde de teoriler var...

Biraz daha geri gidelim...

İngiliz imparatorluk aklının kurucu unsurlarından biri olan liberal John Locke'a...

İngiliz sömürgecilik politikasının mimarlarından Locke, Kızılderililerin ve Afrikalıların toprağa emek vermediklerini gördü. Bundan dolayı mülkiyet hakları yoktu. Ölümü hak eden bir eylem yüzünden (Avrupalılara karşı gelerek) özgürlüklerini yitirmişlerdi ve dolayısıyla köleleştirilebilirlerdi.*

Bütün bunları neden hatırlattık?

'Batı Sorunu'nun köklerine inmeden...

Ne Erdoğan, Bahçeli ve Fidan'ın tarihi coğrafyamız üzerinden yaptıkları uyarıları anlayabiliriz, ne de 'İsrail Sorunu'nun kaynağına inebiliriz.

Batı'nın kendi tarihini temize çıkarmak için verdiği kellelere bakıp...

Esasa ilişkin bir türlü cümle kuramadığımız için...

Türkiye'nin neyle, kimle savaştığını bir türlü anlayamıyor kimileri.

Hele hele jeopolitik kırılmaların bu kadar yoğun şekilde yaşandığı bir zamanda...

Türkiye'nin aklının bütün bölgede hâkim olması için yapılan mücadeleye ket vuran bu Batıcı entegristleri dinleyecek halimiz yok.

* Richart Popkin, The Philosophical Bases of Modern Racism