Türkiye ve Brezilya: Kuşatmayı aşmanın tek yolu

İç içe geçmiş çok haber, dolayısıyla konu var ama isterseniz şurdan başlayalım; Brezilya’da İşçi Partisi adayı Dilma Rousseff’in seçimleri kazanmasından sonra, merkez bankası gösterge faiz oranını 25 baz puan artırarak 11.25 çıkardı. Bu oran son üç yılın en yüksek düzeyi. 

İşçi Partisi, hem Lula hem de birinci Rousseff dönemi olmak üzere 12 yıldır iktidarda. Bu başarının arkasında, yoksulluğu önlemeye dönük politikalar ve demokratikleşme adımları yatıyor. Lula ve Rousseff dönemleri, hem iç ve dış politikada, ‘Erdoğan Dönemi’ne benzer bir yol izlemiştir Brezilya’da.

Örneğin dış politikada bunun son kanıtı Rousseff’ın eylül ayındaki BM konuşmasıdır. Bu konuşma,  Erdoğan’ın BM konuşmasından çok farklı değildir. Yine hem Lula hem de Rousseff ekonomide, tıpkı Erdoğan gibi, ‘popülist’ eleştirisine maruz kalan liderler olmuşlardır. Tabii bu ‘popülizm’ eleştirisi, Türkiye’de olduğu gibi, Brezilya’da da tekelci sermaye çevreleri ve onların yedeğindeki medya ve akademiden gelmiştir.

Tabii burada ilginç bir nokta da İşçi Partisi içinde de, hem Lula’ya -zamanında- hem de Rousseff’e örtülü olarak muhalefet eden, küresel sermayeden yana tavır koyan hükümet üyeleri ve parti çevresi vardır (ne kadar benzer değil mi?). 

Şimdi Dilma Rousseff yine, Brezilya’da yoksulların ve orta sınıfın oylarını alarak seçildi (burası da benzer). Ve... aynen, Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra olanlar işte -Brezilya’da da- olmaya başladı.

Merkez Bankası, Rousseff’in seçilmesi ile ülkede büyük fon çıkışı olacağını düşünerek faizleri hemen artırdı. Çünkü küresel sermaye çevreleri -tıpkı Erdoğan gibi- Rousseff’in yeniden seçilmesini risk olarak görüyorlardı. Brezilya, cunta döneminden sonra, demokratikleşmede, yoksullukla ve bölgeler arası gelir eşitsizliği ile mücadelede de en uzun süreli ve yapısal çözümleri,  İşçi Partisi iktidarında atmasına rağmen, küresel finans çevreleri, içerideki tekelci sermaye ile işbirliği yaparak geçen sene büyük şehirlerde ayaklanmaları organize etti. Amaç, İşçi Partisi’nin Rousseff’siz yola devam etmesini sağlamaktı en azından. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi... ‘Bizimkilerin’ hükümeti düşüremeyince ‘bari hiç olmazsa Erdoğan olmasın, ekonomi yönetimine karışmasın, zaten iyi gidiyor’ yakarışlarını hatırlayın.

Fed’in bir taşı kaç kuş vurur? 

Geçen gün, Amerikan Merkez Bankası ( Fed) varlık alımını sonlandırdı. Bu, aynı zamanda, Fed’in faiz artırımını öne çekeceği anlamına gelmiyor. Ama nedense böyle bir algı yaratılıyor ve dolar talebi yukarı çekilmeye çalışılıyor. Bu hiç şüphesiz, ABD için bir taşla birkaç kuş vurma operasyonu. Birinci kuş tabii ki işte Brezilya, Türkiye gibi ülkelerin ‘Washington Uzlaşısı’ çerçevesinden çıkmamasını sağlamak. Merkez Bankalarının enflasyon hedefi için faiz artırması ve ekonomilerinde yatırım, sanayi öncelikli bir yoldan ziyade, küresel finans oligarşisine bağlı yolu takip etmelerinin sağlanması. İkinci kuş, ABD’nin, kısa dönemde, dolar talebini yukarı çekerek, kendisini finanse etmesinin devamı. Çünkü düşen Asya ve Çin büyümesi bu ülkelerin dolar ve ABD kağıdı talebini de düşürüyor. Üçüncü kuş da, ABD içindeki geleneksel savaşa dayalı demir-çelik, petro-kimya gibi sektörlerin sesini kesmek ve zaman kazanmak.

ABD, güçlü dolarla devam edemez

Şunu söyleyelim; Fed’in bu kararı, kesinlikle erken faiz artırımı anlamına gelmiyor. Çünkü ABD orta ve uzun vadede, güçlü ve gereksiz değerli dolarla devam edemez. Çin gibiler yeniden tempolu ve yüksek büyümeye geçse bile, eskisi gibi dolar ve ABD kağıdı alarak ABD’yi finanse etmeyecek. Artık Asya, sermaye ihraç etmeye başladı ve bu çok önemli bir değişimin başlangıcı.

Bunun dışında zaten Fed’in, faiz artırımı dahil, tüm hamleleri, gelişmekte olan ülkeleri eskisi gibi rahatsız etmez. Tam aksine, sürekli değerli dolar, ABD’yi küresel rekabette geriye iterek, Asya ve Avrupa’yı öne çıkarır. İkincisi de, ülkeler kendi aralarındaki ticarette, değerli ama karşılıksız dolar kullanmaktan vazgeçerek kendi paralarının geçerli olacağı kliring birliklerini oluşturabilir. Bu da, ABD önderliğindeki Bretton-Woods sisteminin sonu demektir.

İşte tüm bunlardan dolayı, Brezilya, Türkiye gibi ülkeler ABD’nin Fed eliyle yürüttüğü bu operasyonlara pabuç bırakmamalıdır. Tabii burada, Türkiye’de ve Brezilya’da olduğu gibi, hükümetler küresel bir finansal saldırıdan çekiniyor ve bu alanda bir cephe açmamak için geleneksel para ve maliye politikalarından kolay çıkamıyorlar. Bunun dışında, Erdoğan, Lula, Rousseff gibi kararlı liderler de çoğu zaman yalnız kalıyor ve kuşatılıyorlar. Bu liderler, örneğin ancak bıçak kemiğe dayandığı zaman “ya bu faizler ne böyle, siz ne yapıyorsunuz” falan diyebiliyor. İşte o zaman da iş işten geçmiş olabiliyor.

Maden facialarının nedeni

Şunu hemen söyleyeyim ki, işte son zamanlarda yaşadığımız maden faciaları -kaza değildir bunlar- ve işçi kardeşlerimizin kaybı, ısrar edilen bu neoliberal politikalar yüzündendir. Ben şuna inanıyorum; Erdoğan’ın 2008’den beri ısrarla yapmak istediği ve büyük ölçüde Erbakan’dan miras kalan ekonomi-politikasına Türkiye, tam anlamıyla geçebilseydi, bu maden faciaları olmazdı. Çünkü yüksek faize dayanan para politikasıyla, yanlış özelleştirme, taşeronlaştırma ve emek istismarı kardeştir.

Türkiye, yüksek faize, ranta, emek istismarına kısaca riba’ya dayalı neoliberal politikarda ısrar etmenin bedelini ağır ödüyor. Cumhurbaşkanı’nın 2008’den beri ısrarla vurguladığı yeni büyüme modeline Türkiye hemen geçmelidir.

Şunu hatırlatmak isterim, Türkiye eğer, Erdoğan’ın ısrarı ile, 2008’de IMF ile ilişkilerini kesmesiydi ve GAP Eylem Planı ile çözüm sürecinin ekonomik altyapısını oluşturmasıydı, şimdi vesayetçi teknokrat bir hükümetle yeni bir Demirel dönemi yaşıyor olacaktık. Son söz: Yol yakınken gelin vazgeçin şu neoliberal ezberlerden yarın çok geç olabilir; artık Erdoğan Ekonomisi diye bir yol var.