Türkiye ve Şanghay Birliği

Rusya ve Çin giderek bugünkü jeostratejik tabloda hızlı siyaset üreten ve gelişmelere kendi projesini sunan merkeze çevrilmeye başlıyor. Şanghay Birliği’nin giderek artan etkisini de buna yormak mümkün. 

Tabii ki Rusya’nın bu konudaki stratejilerini daha da dikkatle gözlemlemek gerekiyor. ABD’nin baskısı arttıkça, Rusya yeni ve şaşırtan adımlarüretmeye başladı. Bu anlamda Çin, Hindistan, İran gibi ülkeler üzerindeki etkisi de kurgulamak istediği yeni siyaset senaryosuna hizmet etmektedir.

Rusya ve Çin, Avrasya coğrafyasının artık daha etkili aktörleri haline geldi. Burada Rusya’nın nükleer ve enerji gücünün esas faktör olmasını da unutmamak gerekiyor. Çin her ne kadar da dünya imparatorluğuna soyunmadıklarını söylese de, görünen odur ki, iş o tarafa kaymakta. Rusya; Batı’nın İran’la anlaşmasının sadece Orta Doğuda yeni bir aktörün zuhur etmesine hizmet olmadığını biliyor. İran’ı kendi yanına çekme gayreti, İran’ı kullanma amacı biraz da Rusya-Çin etkisinin artacağı bu yeni coğrafyada, İran’ı bu rüzgâra kaptırmama hamlesidir. Rusya bu satranç oyununu iyi okuyabildi. Çin’le nihai hedefteki planlarının ortak olduğu da belli. Dolayısı ile Şanghay Birliği’nin giderek hem ekonomik, hem de siyasi gücünün artacağı beklenmeli. Böyle bir durumda Türkiye’nin Şanghay Birliği’ne girmek istemesi de, Türkiye’nin yeni siyasi oyunun mahiyetini “doğru tespit etmesi” demektir.

Türkiye Şanghay Birliği’ne girmeli! Türkiye, Batı’nın tüm bloklarında var olduğu gibi Avrasya’nın da tüm siyasal ve ekonomik projelerinde olmalı. Şanghay, Türkiye için yeni ve Türkiye’yi ekonomik olarak uçuracak bir zemin olarak analiz edilmelidir.

Batı’ya “denge olsun” diye bu konuya bakmak, artık yeni siyaset dilinin literatürü değildir. Ekonomik güç, siyasi etkinin temelidir. Türkiye bunu son 10 senedir doğru ve isabetli tespitlerle götürmektedir.

Şanghay Birliği ile ittifaka girmek, Türkiye’nin bu coğrafyadaki yeni kozunu geliştirecek ve daha da güçlendirecek. Unutmamak gerekiyor ki, Türkiye’nin Avrasya coğrafyasında ciddi bağları mevcuttur. Orta Asya, Uzak Asya, Rusya ve Merkez Asya, Türkiye’nin devlet olarak ilgilendiği ve ilgilenmek mecburiyeti duyduğu mekândır. Buradaki hem etnik Türklerin, hem de Müslüman nüfusunun da varlığını unutmamak lazım. Türkiye artık eski söylemlerle siyaset senaryolarını yazmadığını her fırsatta göstermektedir. Batıyla ortak noktaları olduğu gibi ayrıştığı noktaları da vardır. Aynı durum Rusya ve Çin’le de geçerli. Siyaset; mümkün olanı elde etme ilmidir. Dostlukları da, düşmanlıkları da buna göre değerlendirmek lazım. Bunun en güzel örneğini bize, Almanya ile Fransa’nın yıllarca süren düşmanlık tarihi sunmaktadır. Bunu bize, son aylardaki ABD - İran yakınlaşması göstermektedir.

Dolayısı ile kimse “Türkiye’yi eksen değiştirdi” gibi boş laflarla suçlayamaz. Çünkü ABD dahil, etkili tüm devletlerin stratejilerinde artık bu anlayışın kökten değiştiğini görmeliyiz. Milli çıkarların durduğu noktada, akan sular durur. Çünkü devletlerin geleceğini bu çıkarlar belirler. Türkiye’nin, dünyanın tüm platformlarında olma isteği, Türkiye’nin ciddi devlet olarak önündeki sadece 5 yıllık dönemle yetinmediğini, hamlelerinin ilerideki 50 -100 seneye göre dizayn etme stratejilerine bağlıdır. İşte yeni Türkiye budur. Kalıcı ve uzun hedeflere göre strateji geliştirenler, neticede dünyada söz sahibine dönüşüyor.