Bugün Pazartesi ve ben yine bir iktisat yazýsý yazýyorum ama bu kez merkezde demokrasi var, daha doðrusu vergileme-demokrasi iliþkisi olacak.
Bu konu Türkiye’nin en az konuþtuðu konu.
Cuma günkü yazýmda Amerikan Federal Mahkemesi’nin genel ve zorunlu saðlýk sigortasý yasasýný Anayasa’ya uygun bulduðunu duyurmuþ idim.
Karar beþe dört çýktý; Baltimore’da sýcaklýk Fahrenheit ölçüsüyle 104 derece, bizim ölçülerle kýrkýn üzerinde, ben de evde televizyon karþýsýnda Mahkeme kararý üzerine yapýlan yorumlarý izliyorum, sokaða çýkmak pek mümkün deðil, arabayý park edip bir kahveye yürümek bile zor.
ABD’nin tüm kanallarýnda genel ve zorunlu saðlýk sigortasýnýn Anayasaya uygun bulunmasýnýn sonuçlarý tartýþýlýyor.
Ancak, tartýþmalarýnýn düzeyi, daha doðrusu yöntemi bizde ayný konuda yapýlabilecek tartýþmalardan biraz farklý.
Yasaya, genel ve zorunlu bir saðlýk sigortasýna karþý olanlar ve siyasal sözcüleri meseleyi soyut bir devlet karþýtlýðý düzeyinde tutmayýp, lafý mutlaka sigortanýn maliyetine, bu maliyeti kimlerin, hangi kesimlerin, hatta hangi bölgelerin aðýrlýklý olarak taþýyacaðý konusuna getiriyorlar.
Ve itirazlarýný bu hizmeti tüketecek bir kesimin hizmetten alacaðý faydaya oranla daha fazla vergi ödeyeceði konusuna indirgiyorlar, meseleyi bir vergi adaletsizliði boyutunda görüyorlar.
Yasayý savunanlar da yine benzer bir yöntem kullanýyorlar, gelecek vergi yükü ile hizmet iliþkisinin dengeli olacaðýný belirtiyorlar.
En çok dikkatimi çeken, kimsenin, yasaya karþý ya da taraftar olsunlar, devlet þu kadar para verecek, devlete þu kadar yük gelecek gibi ifadeler kullanmamasý.
Herkes, þöyle ya da böyle, devletin yapacaðý bir harcamayla bir kesimin ödediði vergi arasýnda iliþki kuruyor ve bu iliþkiden de, kendi pozisyonuna, çýkarýna göre bir siyasi sonuç üretiyor.
ABD’nin nüfusu yaklaþýk üç yüz on milyon, 185 milyon kiþi de beyannameli gelir vergisi mükellefi.
Türkiye’nin nüfusu 75 milyon, beyannameli gelir vergisi mükellefi, yani cebine sýcak sýcak giren parasýný maliyeye sene sonunda beyanname vererek vergi olarak ödeyenlerin sayýsý ise bir milyon 700 bin kiþi.
Siyaset bilimci arkadaþlar bu tanýmlara kýzýyorlar ama bir ülkenin gerçek demokrasi düzeyi kanýmca nüfus ya da seçmen sayýsý içinde beyannameli gelir vergisi mükellef sayýsýnýn oraný ile belirleniyor.
Türkiye’de hangi kesimin ne kadar vergi ödediði pek bilinmiyor; ABD’de ise durum öyle deðil.
Türkiye’de vergi yükünün yüzde yetmiþi dolaylý vergiden geliyor ve dolaylý verginin yük daðýlýmýný tam bilemiyoruz, ölçemiyoruz; bilebildiðim kadarýyla Boðaziçi Üniversitesi’nden bir arkadaþýn Açýk Toplum Enstitüsü’ne yaptýðý araþtýrmadan baþka araþtýrma da pek yok.
Özel sektör çalýþanlarýnýn, devlet memurlarýnýn, basit usulde vergi verenlerin ödedikleri vergiler, ödeme yöntemi sonucu zaten vergi bilinci yaratmýyor ve bunun sonucunda bizim ülkemizde kimse bir kamu harcamasý ile bu harcamanýn getireceði vergi yükü arasýnda bir bað kurmuyor.
Ve böyle de demokrasi olmuyor.
Sokaða çýkýn, insanlara mesela askeri harcamalarda, eðitim harcamalarýnda bir artýþla ilgili görüþ sorun, kim bu harcamayý yapýyor deyin, mutlaka devlet cevabýný alýrsýnýz.
Sokaktaki bir ABD’li ise bir kamu harcamasý söz konusu ise bunun finansörünün devlet olmadýðýný, kendisinin olduðunu çok iyi biliyor ve sistemi, her kamu ihalesini, her kamu harcamasýný þahin demokratik olarak denetliyor.
Hukuk devleti de özünde bu demektir zaten.
Bizde, 2001 öncesinin bankalarý boþaltma rezaletleri sonrasý ve sonucu olarak, TBMM, yanýlmýyor isem 2007’de, 65 milyar dolarlýk terkin kanunu yapmak zorunda kaldý, kimse gýkýný çýkarmadý.
Büyük çoðunluk haklýdýr da üstelik, vergi vermez isen, mali rezaletlerden sana ne?
Gülben’in selülitleri, Hülya’nýn fotoðraflarýyla idare et gitsin.
twitter.com/KarakasEser