Türkiye-ABD: Ne oluyor?

Telefondaki “uzman” dostumun söyledikleri önemli: Beni, tam, TAİ’deki F-35 uçaklarının orta gövdesinin Amerikalılara teslim töreninde aradın, bazı konuların net anlaşılmasında yarar var. Evet, “geleceğin savaş uçağı” olarak adlandırılan F-35’in orta gövdesinin yapımını üstlenmiş bir Türkiye var, bir de, Çin’le füze anlaşması yaptı diye Amerika ile sorun yaşama ihtimali olan bir Türkiye var. Ama, dikkat et, sorun yaşayan demiyorum, yaşama ihtimali olan diyorum. Türkiye, biliyorsun, füze savunma sistemi ihalesinin süresini 31 Ocak’a kadar uzattı, yani yenilenmiş tekliflere açık. Yeni teklifler gelir, iş yeniden şekillenebilir, ama tersi de olabilir. Burada önemli olan, Türkiye’nin Amerikan baskısı il e fikir değiştirmiş bir ülke görünümü kazanmamasıdır. Aksine, geleceğe dönük teknolojik yatırımı akılcı bir şekilde çözmesidir. Şartları değiştirecek bir adım gelmezse, Türkiye, egemen bir devlet olarak Çin’le yoluna da devam edebilir.

Pekiyi, Washington’da esen tersine hava? Yaşamı boyunca bağımsız bir savunma sanayi uzmanı olarak görev yapmış, devlette hiçbir zaman görev almamış dostum sorumu şöyle yanıtlıyor: Bak, Amerika, Türkiye’ye karşı bir tutum içinde değil, onun derdi Çin’le... İki yıl önce kendi savunma sanayi şirketlerine dönük sanal saldırıdan Çin’i sorumlu tutuyor. Çin, patent haklarına saygılı bir devlet değil. Bu alanda Amerika’nın kara listesinde. Mesela, Türkiye, Rusya ile savunma sanayi alanında işbirliği yapıyor, Amerika’dan ses çıkıyor mu, hayır, ama Çin’in teknoloji casusluğunda kötü bir geçmişi var. Amerika yalnız Türkiye’ye değil, bütün dünyaya, ‘benim teknolojimi transferi yaptığım bir kuruluşta bir tane Çinli görürsem ben o kuruluşla ilişkilerimi gözden geçiririm’ diyor.

O zaman, Türkiye, füze savunma sisteminde Çin’le yoluna devam ederse, ASELSAN veya ROKETSAN bundan etkilenmez mi? Dostumu, bu konuda biraz rahat gördüm: Türkiye, kritik teknoloji transferinde çok deneyimli bir devlet. Amerikalılar ile ortak çalışma konusunda büyük birikimi var. Sapla samanı ayırabilir, Çinli teknik adamları, Amerikan teknolojisinin bulunduğu hassas noktalara sokmadan, projeler arasındaki bilgisayar bağlantılarını tamamen keserek ve teknik güvenliği Amerikalı uzmanlarla paylaşarak bunu çözebilir. Ama bütün bunlara daha çok zaman var.

Yani...

Bu süreçte Washington kaynaklı pek çok haber okumaya hazır olun, ama, bu, ne Amerika’nın Türkiye’nin egemenlik haklarına saldırısı olarak algılanmalı, ne de Türkiye, “meydan okuyan bir devlet” olarak değerlendirilmeli. Konu, bütünüyle teknik bir konu, bu tür konular da zamanı geldiğinde çözülebilir.

Çuvaldız batılı dostlara

Soğuk Savaş yıllarında Brüksel’deki NATO Karargahı’nda katıldığım brifingte konuşan o Amerikalı generali unutamam. “NATO iki amaçlı kurulmuştur. Birincisi Sovyet yayılmasını önlemek, ikincisi, Almanya’yı kontrol altında tutmak” demişti. Yanında bir Alman albay oturuyordu!.. Tarih, Sovyet lider Gorbaçov’un iki Almanya’nın birleşmesinin yolunu açtığında, İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’dan “biz buna karşıyız” telefonu aldığını yazıyor.

Türkiye’nin nükleer teknoloji transferini Rusya’dan, uzay çalışmaları için gerekli füze teknolojisi transferini Çin’den yapıyor olması bir tesadüf olarak değerlendirilebilir mi? Hayır!..

Bu iki alan, NATO’dan müttefiklerimizin bizi “kontrol altında tutmak istedikleri”alanlar olarak dikkat çekiyor. Hükümetin bu iki alanda attığı bağımsız adımlar karşısında homurdanıp, iğneyi bize batırabilirler ama, asıl çuvaldızı kendilerine batırmaları gerekiyor.

Acaba, çok mu oluyoruz?

Durum, o ünlü bluejean firmasının reklamındaki gibi, “Bu Türkler de çok oluyor” noktasına adım adım ilerliyor mu? Evet... Türkiye’nin savunma sanayi, uzay çalışmaları ve barışçı nükleer teknoloji alanlarında attığı adımlar, pek çok lobiyi tedirgin ediyor. (Örnek mi? GÖKTÜRK uydu sistemi ile ANKA insansız hava aracının çok kısa bir süre içinde yüzde yüz ulusal teknoloji ile ortaya çıkması, dünyada tedirginlik ötesi büyük bir şaşkınlık yaratmış durumda. Özellikle TÜBİTAK’a hepimizin bir teşekkür borcu var.)

Bizi rahat bırakırlar mı? En azından bırakmamaya çalışırlar.

Batı, “akılcılık” üzerine kurulmuş bir sistemdir, devamında, Türkiye’nin ulusal kapasitesi ile yarattığı birikimleri kendi sisteminin içine çekmek için yapacağı “dostane manevralar” bizi bile şaşırtacaktır.