O kabulden bile akýllarda yalnýzca devletin zirvesinin güncel sorunlarla ilgili demeçleri kalacaðý için fark etmemiþ olabilirsiniz; ama bu yýlýn 30 Aðustos Zafer Bayramý Türkiye’deki demokratik dönüþüm açýsýndan ‘simgesel’ deðerde bir deðiþimle yaþandý.
Ýstiklâl Savaþýmýzýn en kritik haftasýný hatýrlatmak üzere, her yýlýn 30 Aðustos’u, ülkemizde ‘zafer bayramý’ olarak kutlanýr. Bu yýl geçmiþ yýllardan farklý bir kutlamaya sahne oldu: Türkiye Cumhuriyeti Devleti adýna, tebrikleri, ‘baþkomutan’ sýfatýyla, Cumhurbaþkaný Abdullah Gül, Çankaya Köþkü’nde verdiði davette kabul etti.
Geçmiþ yýllarda bu amaçla Genelkurmay adýna davet verilir ve tebrikleri Genelkurmay baþkanlarý kabul ederdi...
“Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne kadarki 11 cumhurbaþkanýndan yarýdan fazlasý neden hep asker kökenliydi” diye hiç düþündünüz mü? Gözünüzün önüne getirebileceðiniz hiçbir demokratik ülkede eþi benzeri bulunmayan, bizi onlardan ayýran garip bir durumdur bu. Ýster halk seçsin ister parlamento, Avrupa ülkelerinde cumhurbaþkanlarý genellikle ‘sivil’ biri olur.
Neden bizde farklýydý?
‘Darbeler’ elbette bu durumda önemli bir rol oynuyor. 27 Mayýs (1960) ülkemize iki asker cumhurbaþkaný hediye etti (Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay)... 12 Eylül (1980) sonrasýnda, darbenin lideri (Kenan Evren), kendini önce devlet baþkaný sonra cumhurbaþkaný yapmayý becerdi. 12 Mart (1971) darbesinin kadrosu da bir cumhurbaþkaný (Faruk Gürler) ile darbelerini taçlandýrmak istedi; beceremediler... O oyunu bozanlar, sonunda, kendileri bir askeri (Fahri Korutürk) cumhurbaþkaný seçtiler...
Post-modern darbe (28 Þubat 1997) de cuntadan bir cumhurbaþkaný (Çevik Bir) çýkarma arayýþýna girdi girmesine, ama daha ilk denemede vazgeçmek zorunda kaldý. ‘e-muhtýra’ diye adlandýrýlan 27 Nisan (2007) giriþimi, artýk kendi içlerinden birini o makama getiremeyeceklerini anlayan komuta kademesinin, kimin gelmemesini saðlama çabasýydý; o çaba da baþarýlý olamadý.
Bizi baþka demokrasilerden ayýran durumu ancak ‘baþkomutan’ kavramýna verilen önemle açýklayabiliriz: Ýlk cumhurbaþkaný da olan Mustafa Kemal Atatürk askerdi ve ‘baþkomutan’ unvanýný ona Meclis vermiþti... Ýkinci cumhurbaþkaný Ýsmet Ýnönü de asker kökenliydi ve Ýstiklâl Savaþý’ndaki önemli rolü sebebiyle unvaný taþýmasý kabul edilebilirdi.
Fakat ‘sivil’ cumhurbaþkanlarý, ‘Ýstiklâl madalyasý’ taþýsalar bile (Celal Bayar), ‘baþkomutan’ sayýlmada sorunlarla karþýlaþtý bugüne kadar...
“Alýþamadým” diye bir teðmenin telgraf çektiði Turgut Özal’dan, rahat hissetmeyi kendisini ‘askerleþtirmede’ arayan Süleyman Demirel’e kadar ‘sivil’ cumhurbaþkanlarýnýn yaþadýklarý sýkýntýlar hep biliniyor.
Garip durum, doðal olarak seçilince ‘baþkomutan’ unvanýný da kazanmasý gereken cumhurbaþkaný için, 1982 Anayasasý’nda (m. 104), “TBMM adýna Türk Silâhlý Kuvvetleri’nin baþkomutanlýðýný temsil eder” formulü icadýna kadar vardý. Bir türlü “Cumhurbaþkaný TSK’nýn baþkomutanýdýr” denilemediði için...
Önceki gün Çankaya Köþkü’nde gerçekleþen son ‘Zafer Bayramý’ kutlamasýna kadar bizi diðer demokratik ülkelerden farklý hale getiren garip bir özelliðimiz vardý; bu durumun halk tarafýndan seçilecek ‘12. cumhurbaþkaný’ öncesinde deðiþmesi çok isabetli oldu.
Dikkatinizden kaçmasýný istemedim.