Türkiye’nin ‘akil muhalefet’e ihtiyacı var!

Türkiye bir yola koyuldu, biiznillah... 80 yıllık bir yanlışı tashih etme yoluna. Fakat öncelikle şunu tashih etmek gerek, Kürt sorununa yol açan yanlışların tashihi, adına “barış süreci-İmralı süreci-çözüm süreci” dediğimiz bu son etapla başlamış değil. Birçok eksiğiyle birlikte Türkiye bu yola girmişti zaten. Bizim “Kürt açılımı” dediğimiz Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi bu sürecin taşlarının örüldüğü bir yol oldu. Bu yolda yürürken çok fena haller de geldi başa. Kabul edelim, Silvan, Gaziantep, Çukurca, Uludere... bunlar süreci tersine çevirecek güçte felaketlerdi. Ama niyet halis, irade tam olunca herhalde, bu günlere gelindi.

 

Duaların tesirini pek hesaba katmıyoruz, oğlunu dağda gözleyen annenin de, şehit edip toprağa verenin de duası, yakarışı var bu süreçte. Belki en çok onlara güvenmek gerek, “onların başka evlatlar toprağa düşmesin, başka analar ağlamasın” feryadına...

21 Mart’ı Diyarbakır’da Kürt halkı ile birlikle bütün Türkiye kutlu bir gün gibi karşıladı. Barışın miladı olarak gördü. O günden sonra süreç oldukça hızlı ilerliyor. BDP’li vekiller, eş başkanlar bir güzel ikna olmuşlar barışa. PKK’nın sınır dışına nasıl çekileceği gibi üzerinde en çok spekülasyon yapılan konular dahi akli selimle hale yola konuluyor. Hükümet de gözüne gözüne sokulmadığı takdirde bazı şeyleri görmezden gelmeyi biliyor.

Olan bitenin bir sonraki adımıyla ilgili endişesi olan da endişesini dile getiriyor bir taraftan. Fakat, bayrak tartışması gibi ipe sapa gelmez konuların kamu vicdanını yaralayacağını hesaba katmak için akil insan olmaya dahi gerek yok. Ya da kafayı TC’ye takmak için... 

 

Kim istemez barışı?

Bizim bu evde kötü hatıralarımız var, evimizi değiştirelim duygusallığıyla mı çözeceğiz bu ilmeği, yoksa itinayla pirinci taşından ayırarak, evi değil kendimizi değiştirerek mi? Tabii ki kendimizi değiştirerek. Çünkü barışı temin edecek olan bizleriz, yeter ki isteyelim. TC’ye kulp takmakla, bayrağa yeni ad yakıştırmakla gelmeyecek barış. Bilakis PKK’nın akıl etmediğini akıl eden çözüm yanlısı bu tutum “PKK ne aldı ki karşılığında silah bıraksın” diyenlerden daha çok zarar veriyor sürece.

Barış sürecinin bir hayrı da bazı pozisyonlara ışık tutmak oldu. Aslında kim istemez barışı, öyle değil mi? Devlet Bahçeli mi,  Kemal Kılıçdaroğlu mu! Ama barış dediğin iadeli taahhütlü gelen bir bayram tebriği değil. Önce elini taşın altına koyacaksın. Barışı hal ile de isteyeceksin. Hadi MHP’nin mazereti var, onun için bu süreç gövde gösterisi yapmak, sokaktaki dinamizmini dosta düşmana göstermek için bir fırsat, barış gelecek diye kaçırsın mı bu fırsatı?

Savaşarak neyi koruduk?

Ya CHP... Barış süreci en çok da CHP’nin üzerine ışık tutmuş oldu. Dersimli Genel Başkanı, Kürt sorununa el atacağı intibaı uyandıran çıkışları ve bölgeden gösteremese de İstanbul’dan Meclis’e soktuğu Genel Başkan Yardımcısı ile vermeye çalıştığı ‘yeni CHP’ imajını yerle bir etti barış süreci. Samimi görüşü ile CHP’nin resmi görüşü arasında sıkışıp kalan bir genel başkan görüntüsü hakim CHP’de. CHP’nin parçalanmaması adına barışa, siyasete, tarihe, gereceğe sırtını dönüyor Kılıçdaroğlu. Öne sürdüğü hiçbir bahane, yaptığı yanlışı örtmeye yetmiyor.

Kılıçdaroğlu “Barış olsun, huzur olsun, tamam da neyin karşılığında” diye soruyor. Bu soruya cevap bulamayanlar belki şu soruyu cevaplayabilirler: Bunca yıldır neyin karşılığında savaştık, neyin karşılığında 40 bin insan öldü? Savaşarak, ölerek neyi koruduk ki barışarak onu kaybetmekten korkalım? 

 

Barış süreci CHP’siz de MHP’siz de devam eder; biiznillah. Ama şunu anlamış bulunuyoruz, bu ülkenin barış kadar akil muhalefete de ihtiyacı var.