Türkiye’nin de Çay Partisi var!

Evet evet bizim de Çay Partimiz var ve devrede abiler... Sertleştirilmiş muhalefet, çelikleştirilmiş mukavemet. TÇP hareketine göre, kendinden olmayan ve kendisi gibi düşünmeyen herkes ‘keskin bir ihanet’ içindedir. Kavimcilik ön plandadır. Bir kudsiyet cephesi açılmış ve bunu delmeye çalışanlar ‘muktedirin reayaları’ konumunda ele alınır. Yalan ve dolanla örmeye çalıştıkları bir algı duvarının tipik ‘duvar ustalarının’ çıraklarıdır bunlar. Tabanı görece iyi ama taraflı yetiştirilmiş, müstahkem mevkilerde konuşlandırılmış, hipnotize edilmiştir. Zaman zaman mevcut ve kotarılmış, su yüzüne de çıkabilen trolleri ile avlanma saha ve saatlerinde ‘kerahat’ vakitleri yaratırlar. Tutucudurlar, edindiklerini muhafaza kabiliyetleri yüksektir. Rasyonellik hak getire, genelde kararlar tek bir yerden alınır ve dogma dolması şeklinde servis edilip anında uygulamaya geçilir. Her kuşun etini yemeye bayıldıkları gibi, kuş katliamları konusunda mahirdirler. Ne göründükleri gibidirler mensupları, ne de oldukları gibi muhipleri. Gerçeğin yanılsama, yanlışın gerçek olduğu konusunda illüzyon kabiliyetleri rüya ilimleri kadar da hatırı sayılıdır. Munis bir saldırganlıkları, aktif olarak önbellekledikleri sabırları vardır. Fikir sahibi olmadıkları konularda zaten birileri ‘istişare’ yapmış ve iradeler bu ‘meşveret’ sultasında eriyikten yeni çıkmış bir ‘slab’ hükmündedir. Ülkenin kazanımları çok da ‘umur’ seviyesinde değildir, zira ‘gerçek çıkarları’na terstir. Kapitalizm poşetlerinde ‘sosyalizm’, liberal çantalarında ‘muhafazakarlık’, demokrat ceplerinde ‘faşist akrep’ ve en nihayetinde din urbalarında çıplak bir ‘kavimcilik’ taşırlar. Çaylarında iki şeker kullanırlar, biri ‘benim hukukumun üstünlüğü’ diğeri ‘benim efrad-ı milletimin kayıtsız şartsız egemenliği’ şekeri. Dini referanslar yoğun bir frekanstadır. Bu belki de en sorunlusudur. Neyse işte, çaydı, bisküvitti filan... Bu konu daha çok çay içirir, su götürür. Umarım son durumda ‘paşa çayına’ evrilmez.

Biraz geç kalmadık mı beyler!

Dinamik güçlerin ve Çay Partisi’nin dini saikler ve dini öğelerle hareket ettiği aşikar. Dikkat çekici nokta, son zamanlarda konuşulan ‘İslam vs İslam’ durumu. İslam’a karşı İslam. Proje bu. Deniliyor ki, İslam’ın genleriyle oynanması ve en nihayetinde İslam’ın referans olarak alınmaktan çıkarılması söz konusu. Diyanet İşleri Başkanı da bir sözle araya ‘acı balla’ giriyor ve ‘kendisini dindar olarak tavsif eden insanların yapıp ettiklerinden dolayı sakın dine küsmeyin’ diye uyarıyor. ‘Güç kavgaları gençleri dinden soğutuyor.’ Burada işte, bu satırlardan aylardır yazdığımız gibi ‘gençler ve İslam’ konusu devreye giriyor. Zira, yukarıda bahsettiğimiz ‘proje’ yüzyıldır devrede değil mi. Gençler nasıl da bir ‘kültürel abluka’ altında görmemek mümkün mü? Gençler, medeniyetimiz konusunda doygunluk sahibi mi? Farkındalık hapını mı yuttu, yoksa ‘görsel enjektelerle’ uyutuluyor mu? Farklı ajandalarla dolaşmak son yıllarda doğal görülmeye de başlandı. Dürüstlüğü ilmi hizmetleri ile yüksek itibarlara ulaşmış insanlar içinde ekstra menfaatler elde edebilmek için kabul edilmeyecek ilişkilere girmiş olanlar çıkabiliyor. Bu ilişkiler bazen dinin ve devletin geleceğine zarar verecek ilişkiler bile olabiliyor. Bizim için yazılmış abideden şu sözler geliyor aklıma: Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milletleri öylece yaklaştırmış. Yaklaşıp kondurduktan sonra kötü şeyleri o zaman düşünürlermiş...

Çay partisinin ‘Uludere’  uzantısı

Uludere olayında takipsizlik verildi. Ne yargı ama. Meselesi her meselede olduğu gibi Kürt meselesine de ket vurmak. Derdim, sadece yargıya yüklemek değil, ama büyük bir girdi bu. Yoksa Uludere hepimizin meselesi. Ama köklü Kürt meselesi, Cumhuriyet ile yaşıttır. Bugüne kadar da hep asimilasyon ve militarist yaklaşımlar benimsenen. Türkiye, Kürt meselesine karşı AK Parti hükümetine kadar hep ‘inkar’ politikası takip ettiği için kalıcı bir çözüme erişememiştir. AK Parti sahaya indi ve bunun artık böyle olmayacağı noktasında irade gösterdi. Türkiye, bu meselenin çözümü için Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine kurulmuş olduğu değerleri (Laiklik- Kemalizm) sorgulamaya başladı. Bazı prensipler koydu. Bir süreç haritası çıkardı. Buna karşın şimdilerde bir sürü engel çıkarılıyor, bazı kesimlerce çay particiliği yapılıyor. Şu bir gerçek ki Türkiye’de birçok etnik unsurlar varken sadece Türklük mentalitesi üzerine devlet inşa edilemez, herşeyden önce bu Müslüman olan Türkler’in dinine terstir. Said Nursi’nin de ‘Medresetüz’Zehra’sı buna güzel bir cevaptı işte. Batı’da cereyan eden menfi milliyetçiliğin Türkiye’ye sıçramasına karşı bir önlem idi bu. Şimdi, doğru ellere ihtiyaç var... Özetle, Türkiye, bir Osmanlı modeline muhtaçtır. Farklı değerleri, milliyetleri ancak İslam ile birleştirebiliriz, tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi. Gerçek Çanakkale ateşi ile...