Türkiye’nin gerçek yüzü...

Türkiye, dışarıdan bakıldığında, bitmeyen hesaplaşmalarının zaman ve enerji kaybettiren anaforları içinde yuvarlanıp giden bir ülke görünümünde...

İnternetteki haber ve gazete sitelerini bir süre takip etmeyip, sonrasında göz attığınızda sanki zaman durmuş gibi... Üzerinde tartışılan konular, atılan manşetler, sürekli -nedense- fikirlerine başvurulan insanların söyledikleri... Hepsi aynı... Zaman akıp geçiyor, tartışma konuları, söylenilenler ve iddialarının değiştiği yok...

Yürüttüğüm belgesel çalışması nedeniyle son iki ayımın önemli bölümü Amerika ve Kanada’da geçti... Yaşamın hızlı yaşanıldığı, ekonomik üretime bağlı olarak akımların (şimdi moda deyimiyle “trend”lerin) hızlı değiştiği, sosyal yaşamın içinden doğan fikirlerin hızla entelektüel birikim kazandığı ve sürekli yeninin üretildiği bir coğrafya bu...

Zamanla birlikte tartışma konuları, fikirler, yazılan kitaplar veya çekilen filmlerdeki kültürel arayışların yeniyi yarattığı beyinsel fırtına ortamı... Bir insanın değil 10 yıl, 10 ay önceki fikirleriyle kendisine televizyon ekranlarında kolay yer bulamayacağı müthiş bir dinamizm bu...

Sanıyorum ne demek istediğimi anlıyorsunuz...

Farklı Türkiye üzerine...

Oysa, Toronto’dan baktığınızda, aynı zamanda çok farklı bir Türkiye var... Bindiğim taksinin Hazara Türkü (Afganistan’dan gelmiş) sürücüsünün kafasına takılan soru mühim: “Rıza Şah Pehlevi ile bizim Emanullah Han, Atatürk’ün yaptıklarını yapmaya çalıştılar ama, Türkiye başardı, bir de İran ile Afganistan’ın haline bak. Türkler niye başardı da bizler başaramadık? Neden bütün radikal hareketler bizim oralarda da Türkiye bu kadar müthiş bir ilerleme gösteriyor? “ Kendisine kısa yolculuğumuzda bir cumhuriyet ile monarşi arasındaki farkı, çağdaşlaşma projelerinin ancak kendi bünyesinde “siyasal evrimi” benimsemiş cumhuriyetler ile gerçekleşebileceğini, monarşinin ayakta kalabilmek için yeri geldiğinde toplumun en radikal unsurlarıyla bile ittifak kurabileceğini anlatmaya çalışıyorum...

Türkler çok farklı...

Richard Mabley, Kanada-Türk İş Konseyi’nin iş geliştirme bölümünden sorumlu genç bir adam... Belli ki ilerleyen yıllarda ismini çok sık duyacağız çünkü Türkiye’nin Kuzey Amerika ile bağlantısında çok önemli bir köprü oluşturmaya çalışıyor. Kanada’yı, Türkiye üzerinden Balkanlar’a ulaştırma gibi bir gayretin içinde: “Balkan iş zirvesi oluşturmaya çalışıyoruz. İşimiz çok zor” diye başlıyor söze, “Sırplar Arnavutlar ile, Yunanlılar Makedonlar ile bir araya gelmeyeceklerini söylüyorlar. Diğerleri de var, Balkanlılar’ın hepsi kavgalı. Türkler’e gidiyoruz, bir tek yanıt alıyoruz, bizim için fark etmez, biz herkesle iş konuşuruz, diyorlar. Müthiş bir olgunluk, siyaseti geride bırakan bir iş anlayışı var Türkler’de.”

2001’den nasıl kurtuldunuz...

Çevremizde “şehir efsaneleri” şekilleniyor, kendi küçük dünyamızın içinde debelenmekten farkında değiliz... Toronto’da kendimi evimde hissettiren küçük bir otelde kalıyorum komşum bir Yunanlı...Odalarımızın kapılarının açıldığı sofada ortak kullandığımız bir de mutfak var, bir kahveyi dost sohbetine katık ediyoruz. Sürekli sorduğu şu: “Siz, 2001’de bizim yaşadığımızdan daha kötü bir ekonomik kriz yaşamışsınız, milletçe seferberlik ilan edip, gerekirse bedavaya çalışarak ülkenizi bugüne taşımışsınız, doğru mu?”

Yunanlı dostuma, Türkiye’de o bunalımdan kurtulmak için büyük fedakarlıklar yapıldığını fakat bir savaşta olduğu gibi “milli seferberlik” tarzı bir mücadele olmadığını anlatmaya çalışıyorum. 10 yıl önce batan bir ülkenin bugünkü görüntüsünü aklı bir türlü almıyor.

Rutinden kurtulun...

Dünyadaki görüntümüzün bugüne kadar alışık olmadığımız ölçekte iyi olduğunu söylemeden geçemem... Sınırlarımızın ötesinde, Türkler’e dönük takdir fakat bundan da önemlisi güvenin doğduğu bir gerçek... Bu, işadamlarımızın daha geniş ufuklu anlaşmalar imzalaması, gençlerimizin uluslararası kurumlarda iş bulması, Türkiye’ye dönük yatırımların artması sonuçlarını verecektir, kuşkum yok...

Ama...

Bütün bunlara önce kendimizin inanması gerekiyor...

O zaman, bu ülke için artık “yeni”yi ve “geleceği” tartışmanın zamanıdır. Söyleyecek yeni sözü olmayan geçmişin labirentlerinde dolaşmaya devam edebilir...