Türkiye’nin gücü ve mümkünün sınırları

Kuşkusuz Türkiye on yıl öncesinden çok daha farklı bir ülke. Ekonomisi daha güçlü, siyaseti daha istikrarlı, hepsinden önemlisi en soğukkanlı değerlendirmelerde bile bir ‘bölge gücü’ olarak anılıyor.

Peki Türkiye’nin bir ‘bölge gücü’ olması ne anlama geliyor, dahası gerçekten böyle bir güçten bahsetmek mümkün mü? Ne kadarı sahici , ne kadarı beklenti ya da abartılardan oluşuyor?

Soruları çoğaltabilirsiniz. Ancak ne yazık ki her soru belirsizliği daha da artırmaktan başka işe yaramayacaktır. İşte bugün size, hem bu soruları doğru dürüst bir çerçevede sormayı, hem de cevabını bulmak için bir yol haritası çizmeyi hedefleyen bir rapordan söz etmek istiyorum.

‘Türkiye’nin Ortadoğu’daki Güç Kapasitesi’ başlıklı rapor, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) tarafından yayınlandı. Raporda iki değerli uzmanın imzası var; Osman Bahadır Dinçer ve Mustafa Kutlay.

Sonda aktaracağımızı en başa alalım: ‘Çalışmanın vardığı sonuç, Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyası ekseninde beklenti-kabiliyet açığından mustarip bir ülke olduğu, bu çalışmada belirtilen eksikleri gideremediği sürece bölgesel lider olamayacağı yönündedir.’

Yerim elverdiği kadar size bu önemli çalışmadan bazı tespitler aktarmak istiyorum. Öncelikle en önemli husus, Türkiye’nin ne olduğu, nerede durduğu ve gücünün sınırlarını tanımlayabilmek için yapılan bilimsel çalışmaların, üretilen verilerin yetersizliği, kabaca dağınıklığı ve ne yazık ki bir ‘metodoloji’den yoksun oluşu. Bu da sözkonusu alanda dile getirilen herşeyi, ya hızla eriyen ya da derinlik ve kaliteden yoksun bir yere savurmakta.

Rapordan çarpıcı bir tespit/rakam: Türkiye’nin Arapça konuşulan ülkelerdeki diplomatik temsilcilik sayısı 25. Buralardaki toplam kariyer memuru sayısı ise 135. Bu sayının yeterli olup olmaması bir yana, 135 kişi arasında Arapça konuşabilen sadece 6 kişi. İlgilendiğimiz alanla ve iddialarımızla ne denli uyumlu olup olmadığının takdirini size bırakıyorum.

Önemli gördüğüm bir diğer tespit, Türkiye’nin gücünün önemli unsurlarından sayılan ekonomiye dair. ‘Türk ekonomisinin kapsamlı bir sanayi stratejisi’ sahip olmadığını akılda tutarsak, ‘Ortadoğu pazarlarında sattığı malların kolayca ikame edilebilir ürünler’ olduğu gerçeğini de görebiliriz. Bu da ekonominizi etkin bir güç olmaktan çıkarıp, kolayca kırılgan hale getirecek bir tehlikeye işaret ediyor.

USAK raporunda altı çizilen bir diğer konu, Türkiye’nin ‘yumuşak güç’unsurlarını değerlendirme konusundaki sorunları/eksikleri. Mesela 2011 yılında Türkiye’de eğitim görmek için izin alan yabancı öğrenci sayısı sadece 9.374 ve bunların 1.123’ü Arap dünyasından. Dahası eğitimleri bittiğinde bu öğrencilerle temas sağlanması konusunda kurumsal bir mekanizmadan söz etmek de çok zor.

TRT Arapça kanalı önemli bir adım olmasına rağmen, bu alandaki diğer yayın kuruluşlarıyla rekabet edebilme yönünde ne yazık ki çok geride. Bir ‘yumuşak güç’ unsuru olarak bölgede kendisinden söz ettiren Türk televizyon dizilerinin, bu alanda ne kadar sahici bir karşılığı olduğundan söz etmek hayli zor.

Yerim kalmadı. Ama şunu da aktarayım: ‘Türkiye’nin bölgeye yönelik politikalarının nasıl sonuç verdiğine ilişkin etki analizleri yapılmalı ve bölge halkının ne düşündüğüne dair süreklilik arzeden sistematik veri setleri oluşturulmalıdır.’

Elbette sadece devlet eksenli değil, sivil toplum ve araştırma merkezlerini de içine alan kapsamlı toplantılar ve çalışmalar yapılarak.

Son dönemde okuduğum en dikkat çekici rapor. Emeği geçenleri kutluyorum.

(Raporu www.usak.org.tr) üzerinden edinmek mümkün.