Türkiye’siz bir çözüm Kürtler için mümkün mü?

Çözüm sürecinde “umut” ve “güven”in geleceğimizi kuracak siyaset öngörüsünde yapısal mahiyetleri var. Bunu zedelememeye itina etmeliyiz. Oysa özellikle basındaki pek çok yorum, çözüm sürecinin Öcalan liderliğinde yürütülen muhatabınsa PKK’dan ibaret bir operasyon olduğu izlenimini yayıyor neredeyse. İlhami Işık ile yapılan bence önemli mülakatın akabinde de benzeri itirazları taşıyan çokça mesaj aldım. “Balıkçı” kendi zaviyesinden ve Öcalan merkezli konuşuyor, konuştukları doğru olabilir ama sınırlı ve eksik.

***

Çözüm süreci aşamaları olan bir barış yolu, ilk aşamadaki silahlar sussun kısmı elbette ki silahları konuşturan kesimle görüşmelere dayalı bir kulvarı gerektiriyor. Ama demokratik restorasyonları kapsayacak ikinci kulvarın muhatabıysa hepimiziz, tüm Türkiye.Nüfusun %70’inin kendisini “Türk” olarak ifade ettiği ülkemizde; “Türk”, “Türkiye” ve “Erdoğan Hükümeti” gibi kavramları, sanki yokmuş veya zikredilmeleri mahsurluymuş gibi farzederek toplumsal barışı ikame edemeyiz.

Yaklaşık bir asırdır red ve imha dönemleriyle bugüne gelmiş Kürt sorunu, cumhuriyetle birlikte tüm topluma dayatılan sekter uluslaştırma projesinin ağır birikimidir. Ancak hem Mütedeyyin kesimin hem Azınlıkların çiğnenmiş hakları da aynı ağır birikimin parçası. Bu yüzden yeni anayasa ve mevzuatta hak ve hürriyetler lehine değişikliklere dair beklentilerimiz, hepimizi enterese ediyor. Ayrıca Doğu Anadolu’da 2.5 aylık sürede yaptığımız görüşmelerde PKK ve BDP’nin Kürtleri tek başına temsil etmediğini de bizzat Doğu Anadolu insanından dinledik.

Çözüm sürecini salt Öcalan’a ait bir proje olarak deklare etmek, muhatabı PKK’dan ibaretleştirmek, çözüm sürecine yönelik en büyük darbe olur. Umudu ve güveni berhava eder. Yalnız unutmamak gerekiyor ki Nevruz Mektubu özellikle ilk aşamanın nirengi noktalarındandır. Ne kadar zor bir denge değil mi? Toplumsal umudu ve güveni berhava etmeden asıl muhataplar kimlerdir biz ona bakalım. Dökülen kan ve gözyaşına canıgönülden dur diyen gerçek kişilerdir muhataplar. Barışı “onlar için”, “bunlar için” değil, “hepimiz” için istiyoruz.

***

Suriye’nin kuzeyinde yeni oluşan PYD otonomisine de dikkatle bakmak zaruretimiz var. Bölgeden kovulan Nusra Cephesine “dışarıdan gelen” güç diyenler, PYD’nin de Kandil üzerinden geldiğini görmeliler. Esad, kuzey Suriye’deki Kürtlere vatandaşlık hakkını bile vermekten imtina ederken, ne oldu da şimdi PYD’nin bayrak çekmesini onaylayan makama geçti? Hizbullah’tan sonra PYD’ye de verdiği açık/zımni desteği ile İran gerçeği de ortadayken... Suriye’deki karışıklıktan istifade ederek alelacele kotarılmış bir de-facto’yla karşı karşıyayız. PYD’nin sekülerliğe vurgu yapan söylemi ve Suriye’ye yönelik uluslararası kamuoyunun fren mekanizması olarak dillendirdiği; Suriye’nin “radikal İslamcı” söylemden arındırılması tezini karşılayan bir oldubittiyle yüz yüzeysek, en azından durup düşünmemiz gerekiyor.

Aslında bu ahvali Türkiye kadar dikkatle tartması gereken esas unsur Kürtler. Bir yandan Arap şovenizminin diğer yandan İran Şii blokajının arasında sıkışan bir atmosferde Türkiye’nin varlığı ve Türkiye ile kurulacak doğru ilişkinin önemi oldukça açık... Son AK Parti Kongresine dost lider olarak katılan Barzani’nin kaldırabileceği bir yük müdür bu sunturlu satranç emin olmamakla birlikte... Erdoğan Hükümetinin başarılı performansı, ardındaki güçlü halk desteği, kararlılığı ile İmralı sakininin mahkum olmasına rağmen Kürt toplumu üzerinde sözü dinlenen biri oluşu, Türkiye’siz bir çözümü, Kürtler için bölgede imkansız kılıyor.

Tüm bunlar muvacehesinde, Türkiye kararlı ve güçlü olmak zorunda. Ne pembe rüya ne de kara kabus. Ama uyanık insanlara has sağduyu ve doğru dil...