Türkiye’ye vurmak mübahtır!

Son dönemde giderek artan bir kirli propaganda faaliyetinden söz etmenin tam yeridir. Çünkü Türkiye, bu tür faaliyetlerin sorgusuz sualsiz kabul gördüğü, zihinlerin çabucak karıştığı bir ülke olarak herkesin iştahını kabartıyor.

Kastım, İmralı gündemi değil. Ama yeri gelmişken onunla ilgili de birkaç cümle yazmadan geçemeyeceğim. Son dönemin en önemli gündem maddesi olan İmralı tutanakları tartışması da gösteriyor ki, Türkiye’nin ayaklarına vurulan prangalardan kurtulma yönündeki her adımı, ‘ortak yapım’ proje ve sabotajlarla engellemeye çalışılıyor.

Sınırlarımız içinde yaşayan herkesin akıl ve gönül bağlarının bu topraklara ait olduğunu söylersek, herhalde kendimizi kandırmış oluruz. Sadece bedenen burada yaşayan, ancak aidiyeti bambaşka diyarlarda olan nice isim, kesim ve topluluk var bu ülkede. Haliyle onların aidiyetlerinin gereği olarak bu tür sabotajlara girişmesi şaşırtıcı değil. Tek sorun, bu faaliyetleri masumane göstermeye çalışarak herkesi sersem ve ahmak yerine koymaya çalışmaları.

Tablo o kadar karmaşık değil. Bu ülke, büyük bir sorununu, sadece hükümet ya da partiler eliyle değil, bir ‘devlet aklı’yla çözme yolunda riskli ve cesur adımlar atıyor. Her kim bu tarihsel hamlelerin önünü kesmek için siyasetçi, gazeteci yahut diğer sıfatlarla adım atıyorsa bu apaçık bir ‘karşı operasyon’dur. Sabotajdır, aidiyet sorunudur ve masum olma ihtimali de sıfırdır.

***

Gelelim diğer kirli propaganda faaliyetine.

Suriye’de yaşananları herkesin kendi bulunduğu pozisyon üzerinden okuması, hele de bu ülke üzerinden hesaplaşmaların yürütülmesi, can yakıcı olsa da bu coğrafyanın gerçeği. Neredeyse dünyadaki her büyük güç ve onların ittifak parantezinde yer alan ülkeler, Suriye üzerinden derin bir hesaplaşma yürütüyorlar.

Buraya kadar şaşırtıcı olan bir şey yok. Ancak kendi sınırlarımız ve kamuoyumuz dahilinde bizi ilgilendiren asıl konu, Türkiye’nin bu ülkeyle ilgili politikasının ısrarla ve inatla bir taşeronluk ve tetikçilik ilişkisi olarak tarif edilmesi. Bu kadar ciddi bir propaganda çalışmasının kamuoyunda karşılığı da oluşuyor ister istemez.

Suriye’de başlayan olayların ve giderek genişleyen ayaklamanın bir Amerikan projesi olduğunu iddia edenler, bu parantezin içine kolayca Türkiye’yi de yazıyorlar. Hal böyle olunca Ankara’nın komşu ülkeyle ilgili adımlarını peşinen kirli, yanlış yahut taşeron olarak ilan etmek mümkün oluyor.

***

İnsaf edenler hatırlayacaktır. Türkiye’nin Suriye politikası başından itibaren her bakımdan yalnız bırakılmış, hatta taşeronu olmakla suçlandığı ülkeler, özellikle de ABD-Fransa hattı üzerinden baltalanmıştır.  

Şimdilerde Suriye’de işlerin seyri değişince ABD yönetiminin attığı bazı adımları sürecin merkezine yerleştirenler, aynı kirli propagandayı yeniden üretmeye başladılar. Oysa değişmeyen çok önemli bir gerçek var. Türkiye’nin başından itibaren savunduğu ‘Sandıktan çıkan iradeye saygı gösterilsin’ tezi, halihazırda yalnız ve tehlikeli bulunan bir tezdir. Dileyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu konudaki sözlerini kısaca arşivden hatırlayabilir.

Hala ve de kesinlikle yakın gelecekte; bu gerçek değişmeyecek, uluslararası sistem Suriye’de geniş kesimlerin temsil edildiği bir iktidar modeline destek vermeyecektir. Hadi bunu Şam üzerinden göremiyoruz, tablo karmaşık diyelim. Peki aynı okumayı Mısır üzerinden yapsak, oynanan oyunu ve kirli propagandayı görmek bu kadar zor mu gerçekten.

Bize karşı yapılan her türlü manipülasyonu, karşı hamleyi ve sabotajı hak görenler, bakalım bu tezgahın farkına ne zaman varacaklar.