Türküsüz bir adamýn romaný

Ahmet Kekeç ile tanýþýklýðýmýz 1990’larýn ilk yarýsýna uzanýyor. Ben Milli Gazete’de kültür sanat sayfasý hazýrlarken o hem köþe yazýyor hem de güncel bir sayfa yapýyordu. Mehmet Þevket Eygi aðabeyimiz de ayný tarihlerde Milli Gazete’de yazmaya baþlamýþtý. Eygi o gün bugündür fasýlasýz yazýyor. Sadýk Albayrak aðabeyimiz baþ yazarýmýzdý. Kitaplarýndan dolayý mahkeme kapýlarýný aþýndýrýrdý. Merhum Mustafa Miyasoðlu sýk sýk gazeteye uðrar, bereketli sohbetlerinden bizi mahrum býrakmazdý. Ha keza Ýsmet Özel de...

Aradan çok zaman geçti. Ahmet abi (Kekeç) ile yollarýmýz bu kez Star gazetesinde kesiþti. Kendisini tanýdým tanýyalý yazýyor. Neredeyse bir ömür yazdý, yazmaya da devam ediyor. Köþe yazýlarýnýn dýþýnda, o bir edebiyatçý. Ayný zamanda sýký bir okur. Pek çok kereler elinde bir dolu kitapla gazeteye gelirken görürüm; Odasýna geçer, gündem okumalarýný yaptýktan sonra köþe yazýsýný yazar. Masasýnýn üzerinden bir yýðýn kitap ve dergi eksik olmaz. 

Kekeç, yakýn tarihin yaný sýra hikaye kitaplarý da kaleme aldý. Ýlk kitabý ‘Son Ýyi Þeyler’ okuduðum ‘iyi’ hikaye kitaplarý arasýndadýr. 

Bugünlerde ise Turkuvaz Kitap’tan çýkan Ulufer romanýyla gündemde. Kitapta bir kadýn adý olarak geçen ‘Ulufer’ kelimesini ilk kez duymuþ oldum. ‘Saygýn ve aydýn kimse-kadýn’ anlamýna geliyor. 

Romanýn baþ kiþisi Mehmet Ali de kendi çevresinde saygýn ve aydýn bir kimse. Taþrada yaþýyor. Þiir yazýp Ýstanbul’daki edebiyat dergilerine gönderiyor, Ýsmet Özel, Edip Cansever, Sezai Karakoç okuyor. Kötü bir þair olsa gerek, þiirleri yayýnlanmýyor. ‘Tutunamayan’ bir karakter… Sýcak, yapýþ yapýþ bir taþra þehri, kendi halinde insanlar, sessizlik… Ulufer’deki atmosfer, Nuri Bilge Ceylan filmlerini andýrýyor. 

Ýki kardeþiyle birlikte Nalbant dükkaný iþleten Mehmet Ali’nin sevdiði bir kýz var; Ulufer... Öte tarafta Mehmet Ali’yi seven bir baþka kýz Sündüz… 1970’lerin atmosferinde Alevi olduðu için sevdiði adama ‘evet’ diyemeyen bir kadýn Ulufer. ‘Beraber olamayýz, çevre, aile, þartlar’ diyor. (Bence bu haliyle o güzelim ismi -Ulufer- hak etmiyor.) Mehmet Ali de biraz kaderci, saygýlý… Hatta melankolik… Sevdiði kýzý kolundan tutup alamýyor. Bir bakýma, Dino Buzzati’nin kült romaný ‘Tatar Çölü’ndeki insanlarýn haleti ruhiyesi gibi bir durum. Çekip gitmek istiyorlar fakat cesaret de edemiyorlar. Kendi iç hapishanelerinin pençesinde kývranýyorlar.  

Kekeç’in 221 sayfalýk romaný tasvirden çok diyaloglarla ilerliyor. Böylece günümüz tasvir-yoðun-roman anlayýþýný kýrýyor, diyaloða iade-i itibar saðlýyor Ulufer. Bu da romaný kolay okunur hale getiriyor. 

Sözü yormuyor Ahmet Kekeç. Roman kahramaný (aslýnda anti-kahraman) Mehmet Ali az-öz konuþan, duygularýný anlatmaktan ziyade perdeleyen, içe dönük/sönük bir karakter. Kader kurbaný olarak girdiði hapiste 10 yýl kaldýktan sonra döndüðü þehri deðiþmiþ buluyor. 1970’ler Türkiye’sinden 1980’ler Türkiye’sine (Darbeci Evren’den liberal Özal’a) deðiþim az çok hissettiriliyor satýr aralarýnda.

 ‘Her yanda ‘kent, marlboro, coca-cola tabelalarý. Bir an yabancý, bilinmedik ve yýllarca uzak, çok uzak yerler, çok uzak mekanlar olarak düþlediðim bir þehre geldik sandým, þaþýrdým.’ s.188 

Siyasi roman deðil, aþk romaný da deðil Ulufer; Huzursuz, mütereddid bir ruhun romaný… Ne aþkýna sahip çýkabilmiþ ne de iyi þiirler yazabilmiþ fakat türküsüz kalmýþ bir adamýn romaný... Mütemadiyen sigara içen, hayattan alamadýðý ne varsa burnundan gelircesine sürekli burnu kanayan… Bir iç kanamanýn romaný Ulufer.