Tutanaktan öğrendiklerim

Ne bekliyordunuz, “Arkadaşlara selâm söyleyin, yenildik, silâhlarını bıraksınlar” denmesini mi?

Bana göre, cümlenin sonunda “Silâhlarını bıraksınlar” talimatı olduğu müddetçe başında neler söylendiği hiç önemli değildir. BDP’li heyetin İmralı’da kendilerine üç mektup teslim eden Abdullah Öcalan’la yaptığı ‘samimi’ görüşmenin tutanağına bu pragmatik çerçeveden bakmak gerekiyor.

Pragmatik çerçeveden baktığımızda, Öcalan’ın silâhların bırakılmasıyla sonuçlanması beklenen sürece sahip çıktığını, kendisine yakın bilinen çevrelerin zaman zaman dillendirdiği maksimalist talepler yerine Avrupa Birliği (AB) ile uyumlu bir çözüme hazır olduğunu görüyoruz. Beklentilerin süreç içerisinde daha da yumuşayabileceğinin işaretleri de var tutanak metninde...

Hep unutulan gerçeği hatırlatayım: BDP’nin doğrudan temsilciliğine soyunamadığı ‘çözüm süreci’nde, devlet karşısında bu görevi üstlenen kişi, tam 14 yıldır, bir adanın daracık bir odasında ömür tüketiyor... Yakın zamana kadar televizyondan mahrum olduğunu, ancak izin verilen gazeteleri okuyabildiğini de biliyoruz.

Kendinizi onun yerine koyup halinizin nice olabileceğini bir düşünün isterseniz...

Unutulan bir başka gerçek de şu: İmralı’yla doğrudan görüşme öncesinde, devlet, BDP’nin kapısını zorlamış, sonradan kamuoyunun bilgisi dahiline giren ‘gizli’ yürütülmüş Oslo görüşmeleri sırasında Kandil ve Avrupa’dan PKK unsurlarla çıkış aramıştı; onlarla sonuca eriştirilemeyen bir konu İmralı’daki mahkumun muhataplığında mesafe alabildi. Bu gerçek Abdullah Öcalan’ın moralini nasıl etkilemiştir dersiniz?

Cevap için tutanağa bakmak yeterli. Hayli yüksek moral görüşmenin her ânına sinmiş görünüyor. Kendisini dünyanın odağı gördüğünü hissediyorsanız Öcalan’ın, sebebi, o yüksek moraldir.

Dört duvar arasına tıkılmış, hep kendisiyle hemhal biri, geçirdiği her ânı kendisiyle muhasebeye ayırır; Öcalan o muhasebe sonunda, kendini, Kürtler ile Türklerin birarada yaşamalarını sağlayacak, Türkiye’ye barış getirme misyonunun sahibi olarak konuşlandırmış...

Tutanağa yansıyan konuşması, neredeyse bütünüyle, o misyonun yerindeliğini birilerine anlatıp kabul ettirme çabası olarak anlaşılabilir. Karşısındaki üç kişi üzerinden Türkiye sınırları içinde ve dışında ne olduğunu öğrenme açlığı çekenlere hitap ediyor Öcalan...

Şimdiye kadar yazdıklarımı, tahlilimi, üzerinde düşünmeye değer bulduysanız, “Tutanağı gazeteye kim sızdırdı?” sorusu sizin için de —benim için olduğu gibi— önemsizleşmiştir. Hiç kuşkusuz, tıpkı Oslo müzakerelerinin tutanağının sızdırılması gibi, İmralı tutanağı da, ‘iyi niyetli olmayan’ bir odak tarafından kamuoyunun bilgisi dahiline sokuldu.

Yine Oslo tutanağında olduğu gibi bu tutanak da o odağın beklentisinin tam tersi bir etki yapacağa benziyor. Tutanağı okuyunca elden ulaştırılması istenmiş üç mektupta neler yazılı olabileceği de tahmin edilebiliyor. Türkiye topraklarından silâhlı militanların çekilmesi ve silâhların bırakılması takvimi bile...

Bugüne kadar teröre muhatap ülkeler şiddete bulaşmış örgütlerle silâh bıraktırma amaçlı müzakereleri hep gizli süreçlerle yürüttüler; buna rağmen çok uzun yıllar aldı sonuca ulaşılması... Türkiye şimdi hemen her şeyin kamuoyu önünde cereyan ettiği bir müzakere yolunu deniyor...

İster misiniz, başka ülkelerden çok daha kısa sürsün bu süreç?