On yýl kadar önce Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargýlandým. ‘Suç’ olarak görülen yorumum çok basitti aslýnda: Baþkalarýnýn görüþ açýklama hakkýný savunuyordum... Son duruþmaya kadar aleyhimde gidiyordu dava; dönemin koalisyon hükümeti Türk Ceza Kanununun yargýlandýðým 312. maddesinde bir deðiþiklik yaptý, ben de beraat ettim (Mart 2002).
Hakkýmda ceza talep eden savcý deðiþmiþti, yeni savcý beraatimi talep etti, mahkeme de ona uydu...
Dava DGM’de görüldüðü halde tutuklanmadým; ancak hapis cezasý getirecek bir konuda yargýlanmanýn tadýný tattým...
Baþýmdan geçmiþ olayý hatýrlamamýn sebebi, dün bir mahkemenin bazý tutuklularla ilgili verdiði karar oldu. KCK davasýndan yargýlanan iki BDP’linin avukatlarý, Anayasa Mahkemesi’nin Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile ilgili verdiði kararýný gerekçe göstererek müvekkillerinin serbest býrakýlmasýný istemiþ, savcýnýn tahliye tavsiyesine raðmen mahkeme talebi reddetmiþ...
Anayasa Mahkemesi 12 Eylül 2010’da yapýlan ve yüzde 58 ‘Evet’ oyuyla onaylanan halkoylamasý sonucu artýk bireysel baþvurularý da kabul ediyor; Balbay-Haberal kararý onlarýn avukatlarýnýn baþvurusu üzerine alýndý. Bir ‘içtihad’ mahiyetindeydi ve durumlarý benzeyen baþka tutuklular için de uygulanmasý düþünülerek verilmiþ bir karardý.
Reddeden mahkemenin iki yargýcý, “Her sanýðýn durumu farklýdýr, baþkalarý hakkýnda verilmiþ karar bu davaya uygulanamaz” görüþündeymiþler...
Oysa Anayasa Mahkemesi, gerekçesi okunduðunda görüldüðü üzere, ‘uzun tutukluluk hali’ ve ‘seçilmiþlerin hukuku’ hassasiyetiyle vermiþti kararýný; KCK’dan yargýlanan BDP’lilerin de durumuna uygun olarak...
Çok yazýldýðý için burada tekrarlamam gerekmiyor: Türkiye’de yargýnýn, son yýllarda giderek daha da yoðunlaþan biçimde, mevzuatta ‘istisna’ olarak öngörülmüþ ‘tutukluluk’ halini ‘kural’ olarak uyguladýðý bir gerçek... Kararlar verilirken istisna için belirtilen ‘kaçma’ ve ‘delil karartma’ ihtimallerinin saðlam gerekçelere baðlanma ihtiyacý duyulmadýðý da ortada.
Sonuçta, haklarýnda dava açýlan kiþiler, delillerin karartýlma ihtimalinin bütünüyle ortadan kalktýðý aylar ve yýllar sonra bile, ‘milletvekili’ seçilmiþ olduklarý için ‘kaçma’ yoluna baþvurmayacaklarý da belliyken, tutuklu kalmaya devam ediyorlar.
Milletin oylarýyla belli ettiði iradesini hiçe sayma pahasýna...
Tutuklu olmasa o milletvekilleri, seçilip yeminle görevlerine baþladýklarýnda dosyalarý ayný davada yargýlanan diðer sanýklardan ayrýlýp dönem sonuna býrakýlacaktý; tutuklulara farklý bir muamele yapýlmasý için herhangi bir sebep yok...
Anayasa Mahkemesi, aslýnda, davayý gören mahkemelerin kendiliklerinden vermeleri beklenirken direndikleri kararý onlar adýna vermiþ oldu. Mahkemenin yeniden direnmesi þikâyetin Avrupa Ýnsan Haklarý Mahkemesi’ne (AÝHM) taþýnmasýný getirecek...
Ne olacaðýný tahmin etmek çok güç deðil: Türkiye AÝHM tarafýndan yine yüksek tazminatlara mahkum edilecek... Üstelik, mahkemelerin ‘baðlayýcý’ olduðu anayasada belirtilen Anayasa Mahkemesi kararlarýný takmadýðý görüntüsü de verilmiþ olacak...
Ülkemize de yazýk, hürriyetten mahrumiyet çeken cezaevlerinde yatan insanlara da yazýk... Meclis’in eksik sayýda milletvekiliyle yasama görevini sürdürmesi de ayrý bir dert...
Vaktiyle yargýlanýrken her an verilebilecek aleyhte kararýn sonucunu aklýmdan çýkaramamýþtým; içerideki insanlarla ‘empati’ yapmam zor deðil...