ÇARSANCAKLI: İstiklal Mahkemeleri’nden beri yargı araçsallaştırılıyor diyorduk ama ilk kez yargı üzerinden darbe yapılıyor. Bu bela mutlaka savuşturulmalı ve sistem sağlamlaştırılmalı.
‘Paralel yapı’nın yargı tahakkümü nedeniyle 12 Ekim’deki HSYK seçimlerinin nasıl sonuçlanacağı merak konusu. Cemaatin seçimlere YARSAV listesiyle girdiği, Alevi, milliyetçi, dindar ve sosyal demokrat üyelerin ise Yargıda Birlik Platformunda buluştuğu biliniyor. Peki bu gerilim ‘savunma’ya nasıl yansıyor? Mazlumder’in kurucularından avukat Şadi Çarsancaklı ile konuştuk. Çarsancaklı 2006’da “yılın hukukçusu” seçilmiş, 2008’de ise İstanbul Baro başkanlığı için yarışmıştı.
HSYK seçimleri dolayısıyla bir teyakkuz hali var. Bazıları Hükümet-Cemaat savaşının son evresi diyor, bazıları ‘paralel yapı’nın hilesine karşı kurtuluş savaşı. Bu durum size nasıl görünüyor?
Darbe olarak değerlendirebilir bence de. Bir darbe çeşitli biçimlerde yapılabilir. Bizim alışkın olduğumuz stil kazan kaldırmaktı. Yeniçerilerden beri süregelen ve sonrasında modern ordunun devam ettirdiği. Öyle görünüyor ki son karşılaştığımız durum yeni bir biçim. Biz yargının kullanılmasından, araçsallaştırılmasından daha önce de şikâyet etmiştik. İstiklal Mahkemelerinden tutun 28 Şubat sürecinde yargının brifinge muhatap olmasına dek. Ama bütün buralarda yargı asli değil, tali unsurdu, darbenin etkilediği, tasallut ettiği, el uzattığı, korunması gereken bir masumluk abidesiydi.
Bu travma yüzyıl sürer
-Bu defa darbe nasıl oldu?
Hiç olmadık şekilde, yargı üzerinden oldu darbe. Bunu düşünmemiştik, hiç başımıza gelmemişti. Çünkü adalet dediğimiz şey dokunulmaz bir şeydi, sıfır noktasıydı. Bir devleti var eden en temel şey, hatta devletin varlık sebebi, ide’sidir adalet. Meşruiyet sebebidir. Bir devlet eğer adaleti temin ederse meşru olur. Onun dışındaki şeyler bu kriterin altında önemini kaybeder. Aslolan adalettir. Devletin varlık sebebi olan şeyin bu denli araçsallaştırılması hiç düşünülmemişti o yüzden. Tuzun kokması gibi bir şey bu. Çünkü bir haksızlıkla karşı karşıya kaldığımızda, deyimdeki gibi “alır başımızı kadıya gideriz”. Şimdi kadı kalmadı. Çok kişi farkında değil ama devlet geleneğimiz açısından bu olayın travmasını Türkiye Cumhuriyeti Devleti zannediyorum bir 100 sene atamaz.
-Devlete yargıya saldırının bu denli şiddetli olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Evet. Çünkü hiçbir idareci, hiçbir yönetim kendisini yargıdan korumak amacıyla duruş temin etmeyi düşünmemiştir, düşünemez. Bir mesele yargıya intikal etmişse kimse karışmasın kardeşim denir. Oranın bir kumpas içinde olabileceğine dair bir fikir yoktu bu güne kadar. Türkiye’yi yönetenler askeri hep hesaba katmışlardır, darbe gelebilir diye. Bundan sonra yargıdan da şüpheye düşülecek. Bu, korkunç bir travmadır ülke üzerinde, siyaset üzerinde, zihinlerimizde, adalet kavramı üzerinde...
Yargının temeli halktır
-Bu kumpası bozacak olan kimdir peki, hangi güçtür? Meşruiyet kaynağını nereden alır?
Meşruiyet kaynağı sorunu, meselenin özü, en temeli. Geçmişte kuvvetler ayrılığı prensibini amacı dışında yanlış algıladık biz. Totalde bir sistem olması, bu sistemin unsurlarının birbirini tamamlaması ve bütün sistemin eşgüdümlü çalışmasıyla ortaya yaşanabilir hayatın çıkması lazım. İnsanların kendini gerçekleştirdiği, mütekamil insanın ortaya çıktığı, bir sistem olmalı bu. Devlet de bunlar için vardır. Ama -ben burada emperyal bir müdahalede de sezinliyorum- öyle bir kuvvetler ayrımı tanımı yapmamız sağlandı ki kuvvetler sanki durmadan birbirinin ayağına basar, sınır kavgası verir, her kafadan ses çıkar oldu. Bu kaotik bir sistemdir. Dışarıdan da kolaylıkla kullanılabilir, kaos devam ettirilebilir, yönetilebilir.
-Halbuki ne olmalıdır?
Her sistemin bir başlangıç noktası, dayanağı olmalı. Sorunuz o yüzden çok önemli. Bir sistem nereden başlamaktadır, sıfır noktası neresidir? Biz buna “halk” diyorsak, demokrasi diyorsak başlayacağı yer şüphesiz Meclis olacaktır. Bütün sistemimizi, kuvvetlerimizi getirip oraya dayandırmak zorundayız. Bugünlerde İngiliz sistemini okuyorum. Yürütme diye hükümete değil bürokrasiye diyorlar. Memurin taifesi yani yürütme. Hükümet dediğimiz şey ise yargı yasama ve bürokrasi arasındaki katalizör. En güçlü olan da o. Hükümet de, bürokrasi de, yasama ve yargı da kendini Meclis’te tanımlayabilir olmalı. Ben HSYK seçimleri olgusunu da ayıplı görüyorum. Adaleti tesis edecek olanların kapı kapı dolaşıp oy istemeleri, propaganda yapmaları rahatsız edici. Her çevreden hakim arkadaşım var, bu ne garip haldir diyorlar. Bu öbekleşmeler kamuoyunda da yargı camiasında da güvensizlikler yaratıyor. Değiştirmek lazım.
HSYK üyelerini meclis seçsin
-Nasıl değiştirmek lazım?
Ortaya performans kriterleri koyulmalı. Bitirilen dava, onanmış dava sayısı, hakimin kişiliği.. Bunun gibi kriterlere göre diyelim ki 50 hakim savcı seçilsin ve Meclis’e gönderilsin. Böylece, hangisini seçersen seç, zaten hepsi kaliteli insanlar dersin. O 50 kişi içinden 10 kişiyi Meclis yani ‘başlama noktası’, meşruiyet kaynağı olarak seçsin. HSYK da kuvvetler ayrımının manzumesine göre görevini ifa etsin. Ama sonuçta son seçici Meclis olsun ve yargı ya da başka bir kurum Meclis’le yani halkın temsilcisiyle rekabet içine girmesin. Temel iradesi halk olan bir sistem ancak böyle çalışır.
-Demin kuvvetler ayrımının yanlış kurgulandığını söylerken emperyal bir müdahale ihtimalinden söz ettiniz. Bir başlangıç noktası var mı bunun?
Nihayetinde Birinci Dünya Savaşında yenilmiş bir ülkeyiz. Birçok kurumumuz Batı’dan kes yapıştır’la oluşturulmuştur. Mantığıyla sistemiyle. Cumhuriyet, demokrasi, kendi tarihselliğimiz içinde ürettiğimiz kavramlar değil ki. Ya böyle olması sağlandı ya biz beceremedik. Ama sonuçta, istikrarsızlık kaos doğuran, bir sistem diyemeyeceğiniz, birbirini nakzeden birbirinin ayağına basan bir kaotik yapı çıktı ortaya. Ya kaplumbağa ya mehter adımlarıyla yürüyen bir tarihimiz var. Devasa adımların atıldığı, özgüvenli atılımların yapıldığı bir tecrübemiz yok. Menderes, Özal ve AK Parti dönemi gibi mevzi atılımların yapıldığı, istikrarın sağlandığı dönemlerimiz oldu ama hepsinin ardından mutlaka kuvvetler ayrılığını diye tanımladığımız o kopukluktan faydalanan ve “bizim çocukları” kullanarak darbe yaptıran birileri oldu. Suriye hadisesi sonrasında şu son iki senede yaşadıklarımız 10 yıllık Ak Parti iktidarından, istikrarından sonra normal midir? Ne değişti ki?
“Bizim çocuklar” değişti!
-“Bizim çocuklar” değişmiş olabilir mi?
Evet. Oyuncu değişirken araç da değişti. Yargı kullanıldı. Şu belayı savuşturalım sonra kuvvetler ayrılığını yeniden tanımlamalıyız.
-Hükümetin belayı savuşturma siyasetine geçelim. Mesela, hakim-savcı maaş artırımını “rüşvet” gibi yorumlayanlar oldu?
Son derece yanlış, saçma. Zamanlama açısından niteliyor olabilirler ama maaşlarda böyle bir açıklık olduğunu biliyorum ben. Mesela İngiltere’de hiçbir hakimi bordro hesabı yaparken görmezsiniz. Bu milletin gücü hakimlerini beslemeye yeter. Yeter ki adalet olsun, adalet mükemmel olsun. Hakim savcıların maddi sorunlarının giderilmiş olması çok önemli. Ayrıca idare hâkimlerinin isterlerse beş yıl görevden sonra meslek içi eğitim gibi hukuk fakültelerine sınavsız girebilmeleri imkanı da çok önemli. Vatandaş açısından bunun anlamı olmayabilir ama biz uygulamacılar bunun ne kadar önemli olduğunu da yargılamalardaki sıkıntıları da biliyor ve atılan adımı çok önemsiyoruz. Hükümetin yaklaşım biçimi gayet aklıselim. Refleksif, defansif, reaksiyoner değil.
Hükümetin tutumu yerli yerinde
-Yargıyı paralel yapıdan temizlemek için bütün ilkeleri sınırları çiğnedi ve her yolu deniyor gibi bir karşı söylem var ama malum?
Hiç öyle düşünmüyorum. Bu yapının sisteme müdahalesi büyük tehlikeydi. Buna karşı hükümet kavga edasıyla davransaydı da kimse ona niye böyle yaptın demezdi, çünkü darbeyle karşı karşıyaydı, ama böyle yapmıyorlar. Bu çok doğru. Burada asıl sanat teenni ile davranabilmektir. Hükümetin davranışı da aşırılık içermiyor, bilakis yerli yerinde.
Yargıda Birlik Platformu yargıya yakışır bir yapı