Üç çağrı


Aydın Doğan, grubundaki gazetecilere “barış dilini koruma” çağrısı yapmış.


Gerçi Ertuğrul Özkök patronunu dinlememiş ama neyse.


Onun şimdilik sureti haktan görünüp, “fit”ini en kritik anda vermesi beklenirken kendisini tutamaması, sürecin ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından önemli.


Ama konumuz bu değil.


Aydın Doğan eğer gerçekten Kafkaesk bir dönüşüm yaşamış ve demokratlaşmışsa, bu sürecin zehirlenmesini istemiyorsa, adı çıkmış köşe yazarlarına değil, gazete ve TV’lerinin mutfağına bakmalı.


Çünkü bütün o zehir orada üretiliyor; asıl dezenformasyon, asıl linç operasyonları ve fitne fesat işleri “haber” formu altında orada kotarılıyor. Hem de siyasal iletişim konusunda uzman kişilerin denetiminde, öteki medyanın “parmağım gözüne” türünden yayınlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde sofistike ve hiç şüphesiz ondan çok daha etkili biçimde.


Eğer Aydın Doğan süreci samimi olarak desteklemek istiyorsa, bakması gereken yer, manşetleri ve altyazılarıyla “haber daireleri”dir. Unutmayın ki, Habur Sürecinde o medya başka bir dil kullanmış olsaydı, bugün her şey çok daha farklı olabilirdi.


Özetle, önemli olan Hürriyet’in bugün ne dediği değildir; yarınyeni bir Habur sınavı yaşandığındanerede duracağıdır; bunu nasıl “haber”leştireceğidir.


Ama Aydın Doğan sürece sahiden katkı yapmak istiyorsa, aslında yapacağı en iyi şey Hürriyet’ikapatmaktır.


**


Bu süreçte anlamlı bir çağrı CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi.


CHP liderinin sürece “açık çek” verdiğini açıklaması bence çok değerli. Başbakan Erdoğan’ın ona yönelik “kendi muhtaç himmete” yaklaşımını onaylamak mümkün değil. Özellikle de bu süreçte yapılacak her katkının, hatta bir iyi niyet beyanının bile, en azından yasakçı söylemin aşınmasına hizmet etmesi bakımından bir kıymeti olduğunu göz önüne aldığımızda.


Gerçi Kılıçdaroğlu, ne zaman kendisiyle ilgili olumlu bir izlenim belirse, derin devlet ve darbe sanıklarına yürek burkan destek açıklamalarıyla veya “Atatürk’e karşı çıkmak vatan hainliğidir” gibi sözleriyle demokratları hayal kırıklığına uğratıyor. Ama onun, bu ülkeyi yıllar boyunca bir gerilim filminin içinde yaşatan Baykal CHP’sinin “istemezük”çü çizgisini -söylem düzeyinde dahi olsa- terk etme yönündeki çabası önemli.


Özellikle de partisinde, ulusalcı faşizan tezleri ürkütücü bir soğukkanlılıkla ve onu tekzip edercesine savunan unsurların varlığını göz önüne aldığımızda.


**


Bu süreçteki en önemli çağrılardan biri de Fethullah Hoca’dan geldi.


Onun “sulh hayırdır, hayır sulhtadır” başlıklı açıklamasıyla sürece verdiği destek, bu ülkede demokrasinin en önemli kader anlarından biri olan “2010 Referandumu”ndaki hayati desteği kadar değerli ve bütün umutlarını Hükümet ile Gülen Cemaati arasındaki çatışmaya bağlayan çevreleri hayal kırıklığına uğratıcı nitelikte.


Fethullah Hoca’nın “gerekirse kan kusulması ama kızılcık şerbeti içmiştim denilmesi” yönündeki tavsiyesi veya “huzurun temini adına katlanılabilecek her şeye katlanmak gerek” şeklindeki sözleri, siyaseten yapılmış bir açıklama olarak değerlendirilemeyecek ölçüde güçlü bir vurguyu ve çok açık bir desteği ifade ediyor.


Evet, “sulh hayırdır.”


Sulh kaybetmek değildir; her iki tarafın milliyetçilerinin sandığının aksine, kimseyi küçültmez, yüceltir. O herkesin kazanması demektir. Bunun için Fethullah Hoca’nın dediği gibi “el de öpülür, etek de.”