Üçgende sıkışan SANAYİCİ

Türkiye, Cumhuriyet tarihinde belki de ilk kez bu kadar büyük bir fırsatı yakalamış durumda.

1-Türkiye 80'lerde Özallı yıllarda yüksek enflasyona rağmen (kısmen borçlanmanın da katkısı ile) büyük kamu alt yapı yatırımlarını gerçekleştirdi. Halen temel altyapı hizmetleri olarak o yatırımlarla ayakta duruyoruz. 

2-Yine aynı yıllarda eğitime yapılan yatırımlar ile eğitim seviyemizde büyük artış sağlandı.

3-Artan gelir seviyesi, tamamlanan altyapı yatırımları ve ilk ekonomik gelişme ile genç ve eğitimli bir nüfus tablosu ortaya çıktı.

Buna demografik fırsat eşiğidiyoruz.

Türkiye, 80'lerde ilk ekonomik gelişmenin etkisi ile yüzde 7,7'lere varan kırdan şehre göç ile de kentleşme sorununu büyük oranda halletmiş oluyordu.

Hatta 80'lerde yaşanan hızlı nüfus artışı da eklendiğinde o yıllarda Türkiye'nin gerçekten nasıl bir zoru başardığını daha iyi anlayabiliriz.

Bugün artık ne büyük nüfus artışı ne de büyük bir kırdan kente göç dalgası görebiliyoruz. Öyle ki nüfus artsın diye uğraşır noktaya geldik.

Ama nüfusumuz da yaşlı değil. Genç ve dinamik bir demografik noktadayız. Bu kritik eşikler gelişmekte olan ülkeler için tarihi bir fırsat oluşturmaktadır.

Artık yetişkin başına düşen çocuk sayısı da az; yaşlı insan sayısı da az.Büyük altyapı yatırımlarının da çoğu eskiden zaten yapıldı.

Tam patlama dönemi.

Aslında bu döneme 1990'lı yıllarda giriyorduk. Ama Demirelli yıllar ve uygulamaları ile bırakın bu fırsatı değerlendirmeyi; az daha ülke batırılıyordu. Sadece erken emeklilik sistemi ile hem o günleri hem de tarihi demografik fırsatı tersine çevirerek batış noktasına gelmiştik.

Peki, bugün ne değişti?

Artık 40 yaşında emeklilik ile çocuklarımızın geleceğini harcamıyor muyuz? Altyapı yatırımlarına 10 yıl aradan sonra hızla devam mı ediyoruz? Kısaca demografik fırsatı ne kadar kullanıyoruz?

KAMU YATIRIMLARI

1980'lerde vergi sistemi oturmamış bir Türkiye vardı. 80'lerin başında milli gelirin sadece yüzde 10'u seviyesinde hükümet vergi toplayabiliyordu. Milli gelirin de bugünün ne kadar gerisinde olduğunu düşündüğümüzde 80'lerde adeta yokluk içerisinde bir kalkınma hamlesinin gerçekleştiğini görürüz. Özelleştirmenin de yapılamadığı o yıllarda yapılan altyapı yatırımlarını bir gözünüzün önüne getirin.

1984-1992 yılları arasında toplanan her 100 liralık verginin 47 lirası kamu yatırımı olarak halka geri dönmüş.

1993-2001 yılları arasında ise toplanan her 100 liralık verginin 27 lirası kamu yatırımı olarak Türk Halkına geri dönmüş.

Ve

2002-2010 yılları arasında ise toplanan her 100 liralık verginin sadece 22 lirası Türk Halkına kamu yatırımı olarak geri dönmüştür. Neredeyse 80'li yılların yarısından daha az yatırım yapıyoruz.

Oysa 1980'li yıllarından başından beri halktan toplanan vergi oranı sürekli artış göstermiştir. 80'li yıllarda milli gelirin yüzde 15'ine kadar vergi toplayabilirken 90'lı yıllarda vergi oranı yüzde 19'a gelmiştir.

Ve artık milli gelirin yüzde 23'ünü aşan vergi ve diğer gelirler olarak merkezi bütçe özel sektörden sermaye alıyor.

Bazı Ekonomik Göstergeler

       

Milyar TL

   

Kredili Büyüme Oranı

Bütçe Gelirleri

Faiz Ödemesi

Faiz hariç bütçe giderleri

Yıllar

GSMH (Cari)

Krediler

       

2003

454.781

66.222

 

101.040

-58.527

9,3%

2004

559.033

99.342

 

122.964

-56.491

11,9%

2005

648.932

156.410

 

152.784

-45.680

16,5%

2006

758.391

218.987

 

173.483

-45.963

16,8%

2007

843.178

285.616

     56,5%

190.360

-48.753

16,8%

2008

950.534

367.445

 

209.598

-50.661

16,7%

2009

952.559

392.621

 

215.458

-53.201

17,0%

2010

1.098.799

525.851

 

254.277

-48.299

18,7%

2011

1.297.713

682.919

 

296.824

-42.232

19,6%

2012

1.416.817

794.756

     88,8%

331.700

-48.416

20,0%

 

 

           

Bazı ekonomik veriler eşliğinde ekonomiyi izlemeye devam edelim.

PARA NEREYE GİDİYOR?

1990'lı yıllar karanlık yıllardı. Hem emeklilik sistemi, hem siyasi popülarite ve hırslar hem de faiz kesimi adeta bütçeyi soyup talana çevirmişti.

Bu tablo sonucu bütçe faiz bütçesi olmuştu. Nitekim 2003 yılı bütçesine baktığımızda kalan mirası görürüz. 455 milyar TL milli gelirden 101 milyar vergi ve diğer gelirler olarak pay alan kamu, 58,5 milyar liralık faiz ödemesinde bulunuyordu. 2003 yılında Merkezi bütçeden milli gelirin yüzde 9,3'ü oranında personel, yatırım ve diğer giderlere para kalıyor.

Aradan dokuz yıl geçiyor.

2012 yılında 331 milyar 700 milyon vergi ve diğer gelirler Ankara'nın hanesine yazılıyor. Faiz gideri ise 2003'ün bile altında, 48,5 milyar lira. Kullanılabilir gelir milli gelirdeki artışla beraber düşünüldüğünde muazzam büyümüş. Milli gelirin tam yüzde 20,0'si.

Peki bu para nereye gidiyor? İşte sorun da burada.

Bütçede faiz çıkmazı aşılmış ama yatırıma dönüşmeyen diğer giderler sürekli artmış. 80'li yıllardan sonra bütçe yatırım bütçesi olmaktan çıkmış. Hatta kayıp yıllar 90'larda bile bugünden daha fazla kamu alt yapı yatırımına para gitmiş. 

ÜÇGENDE SIKIŞAN SANAYİCİLER

Türkiye'nin son beş yıllık büyümesi ilginç çelişkiler barındırıyor. Sadece krizin de etkisi ile yüzde 3,3'e düşen büyüme oranı bile sorunun bir başka noktası. Ama bu kadar değil;

Son 5 yıllık büyüme rakamına baktığımızda nerede ise her 100 liralık büyümeye karşılık 88,8 lira kredi sisteme enjekte olmuş. Önceki dönem büyümesinde kredi oranı her 100 lirada 56,5 lirada kalmış. Kaynak yaratarak değil, kaynak kullanarak büyüme sağlanmış.

Kredili büyümenin temel sorunu şu: Ya yurtiçi tasarruf artacak veya dışarıdan sermaye girecek. Nitekim 2003-2012 döneminde ülkemize güçlü siyasal iktidar güveni ile 350 milyar doların üzerinde sıcak ve soğuk sermaye girmiş.

Ama yabancı sermaye girişinde de yön değişimi dikkat çekiyor. 2003-2008 yıllarında sermayenin yarısı soğuk, yani doğrudan sermaye iken artık nerede ise yüzde 90'ı sıcak sermaye. Dolayısı ile sıcak sermayeye dayalı büyüme (daha doğrusu şişme) modeli bizi 2012'de frene zorladığı gibi artık daha güçlü gaza basamayacak noktaya da getirmiş oldu.

Bu sonuca nereden geldik?

Haftasonu iki sanayici ile sohbetimden aktarayım:

Bir sanayici aynen şunları söylüyor: "iki bine yakın çalışanım ile yılda 400 milyon lira ciro ile 100 ülkeye ihracat yapıyoruz. Sistem öyle kuruldu ki artık ne benim ne de çalışanlarımın yüzü gülmüyor. İçerde perakendeciler karsız satışa bizi mecbur ediyor. Perakendecilerin nerede ise tekelleşmeye varan tavırları ve uzun vadeleri bizi mecburen bankalara mahkum ediyor. Perakendeci ve bankacılar arasında sıkışıp kaldık."

Diğer sanayici ise aynı meselenin farklı bir boyutundan konuşuyor: "10 yıldır girdi maliyetlerimiz TL ve yaklaşık yüzde 400 maliyet artışımız oldu. Başta enerji çok pahalı. Nasıl oluyor da bu kadar pahalı enerji fiyatı oluşuyor anlamıyoruz. 10 yıl önce 500 dolara memnun edebildiğimiz çalışanlarımızı şimdilerde maliyetleri bin 500 doları aştı ama hiç memnun değiller. Devlete ödediğimiz pay; vergi ve sosyal güvenlik ödemeleri ile beraber yüzde 65'e ulaşıyor."

ÖZET:

Tüm yazdıklarımın özetini ve temel sorunu aktarmaya çalışayım:

1-) Öncelikle kamu bütçesi maalesef bu kadar büyüyen ekonomiye yatırım yönünden ayak uyduramıyor.Örneğin sanayici hala karayoluna mahkum; yüksek akaryakıt vergileri karayolu taşımacılığını Çin'e ihracattan bile pahalı yapabiliyor. Kısaca yapılamayan altyapı yatırımları sanayiciye maliyet olarak yansıyor.

2-) Ankara'nın bütçesi büyüdükçe yük özel sektöre biniyor. Kamu daha fazla gelir almak için girdi maliyetlerini artırıcı gelirlere başvuruyor. Oysa özel sektörün zaten sermayesi çok düşük.

3-) Kamu olukça bonkör (Personel ve emekli maaşları gibi) ama özel sektör veremiyor. Çünkü özel sektörün imkanları çok kısıtlı. Mevcut para politikasının gerektirdiği yüksek katma değerli üretim sürecinde maalesef özel sektör hala çok yalnız. (Burada büyükler ve tekel piyasaları ayrı tutalım. Kısaca Anadolu sanayicisi diyebiliriz.) 

4-) Devlet maaşını belirlediği kesime bol keseden para veriyor ama bunun karşılığında özel sektörün devlete ödediği istihdam maliyetleri yükseliyor. Devletin işçi emeklisine verdiği ücreti özel sektör üniversite mezununa veremiyor. İstihdam maliyetinde kamunun payı yüzde 60'ların üzerine çıkabiliyor.

5-) Bazı temel yasalar çıkmadığından sistem bankacı ve perakendeciyi besler noktaya dönüştürüldü. Oysa temel değer üretici kesim olan sanayici, üvey evlat muamelesi görüyor. Burada bir ekleme yapacağım. Bir süre önce bir sanayici aynen şunu aktarmıştı: "Şu yapılan ekonomi toplantılarına bakın bir hele. Bir tane sanayiciyi tartışan, üretim sorunlarını paylaşan toplantı var mı. Varsa yoksa finansal göstergeler, parasal büyüklükler anlatılıyor."

Sorunları daha fazla sıralamayım. Zaten büyüme rakamları ve büyüme modeli aslında gerçekleri gösteriyor. Sadece birazcık detay bakmamız gerekiyor.

Biraz da çalışmamız galiba.

Not: Büyüme rakamlarının ardından Şeref Oğuz ve önceki günde İbrahim Öztürk 2023 ekonomik büyüklük hedefinin gerçekleşir olmaktan çıktığını yazmıştı. Gerçi bunu Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı da açıklamıştı. Lakin benim endişem bu ekonomik model ile acaba 2015'i çıkarabilir miyiz noktasına kadar gelmiştir.