Üçüncüsü meheldir!
ÖNEMLÝ NOT: Bir yazar için alabileceði en deðerli armaðanlardan biri okuyucunun takdîridir. Son zamanlarda ve bâhusus bir önceki yazýma gösterilen teveccüh için samîmî þükran hislerimin lütfen kabûlünü ricâ ediyorum. Keþke her birine teker teker cevab verebilme zamânýna ve daha da önemlisi teknik becerisine sâhib olsaydým… Y.A.
* * *
Her yazarýn mütemâdiyen avdet etdiði bir konu vardýr. Benim için bu konu muhtemelen Türk Toplumu’nun yapýsý meselesi. Düþünüyorum da diyorum ki yazarlýk mâcerâm boyunca en az sekiz on kere ele almýþýmdýr bu husûsu. Aslýnda bir yazar için kendini tekrarlamak pek de öyle keyifli bir hâl deðil ama bâzen gerekiyor. Çünki son aylarda Türk Toplumu’nun yapýsýna dâir rivâyât yine muhtelif. Ýþ artýk terdrîcen dedikodu seviyesine doðru iniþe geçme temâyülü gösterdiði için adesemizi bu yöne çevirmek, farz deðilse bile, diyelim ki sünnet oldu.
Öyleyse buyrun sünnet düðünümüze!
Evet, Türk Toplumu’nun yapýsý…
Klasik bir mecaz vardýr, hep tekrarlanýr. Derler ki Türk Toplumu bir “mozaik”dir!
Bense o kanaatdeyim ki “mozaik” deðil “ebrû”dur!
Fakat bunu îzâh etmeden önce bir parantez açarak mutlakâ nakletmek istediðim bir anekdot var. Anlatmazsam çatlarým:
Yýllar önce ayný konudaki bir inceleme yazýsýný Fransýzcadan Türkçeye çeviren bir arkadaþ bana telefon ederek Türk Toplumu’nun neden bir “Türk Mûsevîsi” olarak târif edilmek istendiðini sormuþ ve beni adamakýllý afallatmýþdý. Sonra anladým ki “mosaїque turque” (Türk mozaiði) tâbirini “mosaїsme” (Mûsevîlik) kelimesinin sýfat þekli sanmýþ. Ama o zaman tamlamanýn “le Turc mosaїque” (yoksa mosaїc miydi? Bir Galatasaraylýya sormalý!) olacaðýný düþünememiþdi. Neyse…
Mozaik ve ebrû meselesine gelince, benim gerekçem þöyle:
Mozaik sanatý deðiþik renklerdeki minik taþlarýn bir araya getirilip latif þekillere dönüþtürülmesi iþidir. Burada taþlarýn her biri gerçi diðerlerinin yanýbaþýnda, ama yine de onlardan baðýmsýzdýr. Onun için isterseniz her mozaik eserini kýsmen deðiþtirmek elinizdedir. Bâzý taþlarý alýp yerlerine deðiþik tarzda ve türden baþka taþlar koyarak üzerinde oynayabilirsiniz.
Oysa ebrû öyle deðildir. Ebrûda bir kab suyun yüzeyine toz boyalar serpilip bunlar hafif bir fýrça veyâ ince bir çubukla biraz birbiri içine hulûl etdirildikden sonra bir tabaka kâðýt yine îtinâyla bu yüzey üzerine deðdirilerek boyalarý emmesi saðlanýr. Ondan sonra birkaç sâniye için bu boyalarý da yine bir fýrçayla biraz deðiþtirmek mümkindir ama ondan sonra boyalar kurur ve nihâî þekillerini alýrlar. O andan îtibâren artýk o renk kompozisyonunu deðiþtirmek ancak kâðýdý yýrtmak sûretiyle mümkin olur.
Ýþte kanaatimce Türk Toplumu da böyledir. Bizler Türküyle, Kürdüyle, Arabýyla, Boþnaðýyla, Ermenileriyle, Rumlarýyla, Kafkaslýlarýyla, Slavlarýyla ve daha nicesiyle 950 senedir öylesine iç içe geçmiþ, öylesine hall ü hamûr olmuþuz ki bizi birbirimizden ayýrmak ancak paramparça etmekle kaabildir.
Onun için Ermeni ve Rumlarla yaþadýðýmýz fecî olaylar, yakýn târihimizin en trajik geliþmelerinden ikisini teþkîl ederler ve bunun acýsýný bugün sâdece biz çekmiyoruz, onlar da çekiyorlar.
Daha solgun, daha renksiz, daha tadsýz tuzsuz kavimler olduk.
Bunun mes’ûliyetini sâdece tek bir tarafa yüklemeyecek kadar, çok þükür, aklým baþýmda.
Onun içindir ki þimdi ayný haltýn bir de Kürdlerle baþýmýza gelmemesi için uyarýda bulunurken sözüm yine bütün medhâldar taraflara!
Bir hatâ ilk iþleniþinde kazâdýr.
Ýkinci iþleniþinde hamâkatdir.
Üçüncüsünde ise meheldir!