Uludere karartýlmayacaksa...

Ýnsanlýk hali’ dediðimiz bir durum hepimizi etkisi altýna alabiliyor: Bazen basiretimiz baðlanýyor ve hayýr ile þer arasýnda mütereddit kalabiliyoruz. Hakkýmýzda daha hayýrlý olacak tercihte bulunmak yerine en kötü tercihe gönlümüz kayabiliyor.

Uludere’de 34 kiþinin hayatýný bir askeri operasyonda kaybetmesi üzerine meydana gelen geliþmeler biraz böyle gibi. Kaçakçýlýkla iþtigal eden köylülerin ‘terörist’ sanýlarak üzerlerine uçaklar ve bombalar yollanmasý, ister kasýt, ister ihmal veya deðerlendirme hatasý olsun, ancak ‘basiret baðlanmasý’ ile açýklanabilir.

Sonrasýnda yaþananlar da öyle: Yakýnlarýný operasyonda kaybeden ailelere tazminat ödenmesi doðru bir karar; ancak yeterli olduðu söylenebilir mi? Uygun bir dille özür dilenmesi ve bunun mümkünse Uludere’de yapýlmasý gerekmez miydi? Ayrýca verilen kararýn kasýtlý mý yoksa bir deðerlendirme hatasý mý olduðu herhalde bilmesi gerekenlerce biliniyordur; kamuoyunun da kuþkularýný giderecek biçimde bilgilendirilmesi zor muydu?

Bunlar yapýlmak yerine yanlýþ algýlamayý artýracak polemikler ortalýðý sardý. Muhalefet ile iktidar sözcüleri aylardýr birbirlerini suçlayýcý açýklamalar yapýyor; yaraya tuz basmaktan ve acýyý artýrmaktan baþka bir þeye yaramýyor bu polemikler...

Cumhurbaþkaný Abdullah Gül ABD gezisi boyunca duyduðu derin acýyý paylaþtý; “Özür dilemek ne ki, ben bundan ötesini söylüyorum” diyen de o... Baþbakan Tayyip Erdoðan’ýn operasyonla iþlenen yanlýþlýða, 34 vatandaþýn hayatýný kaybetmesine daha az üzüldüðünü düþünmemiz için bir sebep yok; tam tersine vicdanlý her insan gibi o da olandan derin bir hüzün duyuyordur.

Oysa yayýlan hava bunun tam tersi... ‘Devlet’ denilince akla gelen kiþi ve kurumlarýn olana fazla aldýrmadýðý havasý giderek ülkeyi teslim almaya baþladý.

Çeliþkili resmi açýklamalar da iþin tuzu biberi... Bir bakan bazý askeri yetkilileri suçluyor, ertesi gün o askerlerin olayda yetkileri bulunmadýðý duyuruluyor; bakanýn üslubu Ak Parti’nin en yetkili sözcüsü tarafýndan ‘duyarsýz’ bulunarak kýnanýyor...

Ýnsanlar neye, kime inanacaðýný þaþýrýyorsa, buna þaþmalý mý?

Hava böylesine bulanýklaþýnca yalan mý gerçek mi olduðu bilinmez söylentilerin ortalýðý kaplamasý kaçýnýlmazlaþýyor. Siyasilerin askeri operasyonlarda herhangi bir müdahalesi ve sorumluluðu olmadýðý anlaþýldýðýna göre, silsile-i meratip içerisinde askeri sorumluluk söz konusu; peki de top neden siyasilerin alanýnda sekip duruyor?

Basiret baðlanmasý da burada iþte... Askerlik sorumluluk sanatýdýr ve bir çivinin bir nalý, bir nalýn bir atý, bir atýn da savaþý kaybettirebileceðine inanýlýr. Her duruma hazýrlýklý olmasý beklenir askerin; eksiði gediði olana acýnmaz. ‘Teftiþ fýrçasý’ diye bir þey varsa, bunun içindir.

Oysa beþ ay boyunca sorumluluðun askeri hiyerarþi içerisinde bir yerlerde bulunduðu anlaþýldý da, kimde olduðu bir türlü belirlenemedi. ‘Askerlik’ denildiðinde akla gelen bütün kavramlara aykýrý bir durum bu. Asker sustukça cumhurbaþkaný, baþbakan konuþuyor ve oluþumunda katkýlarý bulunmayan bir kararýn gündeme dayattýðý sorumluluðu göðüslemek zorunda kalýyorlar... Düpedüz haksýzlýk bu.

Kararý kim verdiyse sorumluluðu da üstlenmeli.