‘Uluslarýn düþüþü’ ya da þarkiyatçýlýk

Yýlýn son Pazar yazýsýný düþünürken, elime Daron Acemoðlu ve James Robinson’un birlikte kaleme aldýklarý Uluslarýn düþüþü isimli kitabý geçti.

Kitabý okumaya baþladýðýmda, daha ilk sayfalarda aklýma Edward Said’in Þarkiyatçýlýk isimli eseri geldi.

Said’in ömrü ‘Yeni Oryantalizm’ üzerine düþünmeye yetmedi.

Ama dünyamýzýn galiba en temel sorunu, Yeni Oryantalizmin baþýmýza açtýðý ve açmaya çalýþtýðý belalarla nasýl olacak da baþ edeceðimiz sorunudur.

Türkiye’nin içinde bulunduðu uluslararasý kuþatmanýn düþünsel temelleri, Yeni Oryantalizmde aranmalýdýr. Baþbakan Erdoðan’dan kurtulmak isteyen ulusal ve uluslararasý güçlerin sözcülüðüne soyunmuþ kalem erbaplarýnýn bugünlerde dillerinden düþürmedikleri konulardan biri de, Türkiye’nin nasýl olup da ‘uluslararasý sisteme kafa tutan, yedi düvele baþkaldýrmýþ ülke görüntüsü veren’ bir ülke haline gelmiþ olmasýdýr.

Baþbakan baþýmýzý belaya sokacak kadar ileri gidiyor diyorlar.

Dünyaya kafa tutmanýn bedelini ödetirler diyorlar.

Daha da ileri gidip, Türkiye’nin Kürt sorununda aldýðý pozisyonun sadece bizim deðil, Kürtler’in de baþýný belaya sokacaðýný iddia ediyorlar.

Sadece biz deðil, ‘Kürtler de kötek yer’ demeye getiriyor, kendi baþýmýzý belaya sokmak neyse ya, Barzani’yi Diyarbakýr’a davet edip, Kürtler’in baþýný belaya sokmaya hakkýmýz yok demeye getiriyorlar.

Aydýnlarýn özgüveni zayýfladý

Türkiyeli aydýnlarýn düþünsel ufku bugün yeni oryantalizmle belirlenen bir sýnýrda duruyor ve bunun en büyük sebebi, Erdoðan’a duyulan nefrettir.

Hayatlarý boyunca bize Edward Said’in iþaret ettiði oryantalizme þüpheyle bakmamýzý tavsiye eden, özellikle de Ýslami kesimin kimi aydýnlarý, bugün Batýlýlarý kýzdýrmamak adýna, Kürtlerle bile selamý sabahý kesmemizin daha doðru olduðunu tavsiye eden yazýlar yazýyorlar.

Akýl almaz bir özgüven kaybý yaþanýyor.

Türkiye zayýfken aydýnlarýmýzýn kendine ve ülkesine özgüveni daha güçlüydü, Türkiye güçlendi aydýnlarýmýzýn kendine özgüveni zayýfladý..

Sebepleri üzerinde durmak gerekir.

Daron Acemoðlu ve James Robinson’un birlikte kaleme aldýklarý ‘Uluslarýn Düþüþü’ bu bakýmdan çok ufuk açýcý bir eser.

Arap Baharý’nýn baþladýðý günlerde Amerikalý iki bilim adamý, Daron Acemoðlu ve James Robinson Adýný ‘Uluslarýn Düþüþü’ koyduklarý kitabýn önsözünü yazmakla meþguldüler.

Kitabýn yazarlarýndan  Daron Acemoðlu, bu yýl Cumhurbaþkanlýðý Kültür ve Sanat ödülüne layýk görüldü, bunu da hatýrlatmýþ olalým.

Nogales þehrinin sýrrý

Kitabýn, arka kapaðýnda yer alan kýsa tanýtým yazýsýnda þunlar yazýlý:

‘Uluslarýn Düþüþü, tarih boyunca uluslarýn, özellikle de birbirine benzeyen uluslarýn ekonomik ve politik geliþmeleri arasýnda neden büyük farklýlýklar olduðuna dair bir tartýþma yürütüyor.’

Söylemeye gerek yok, tarihin belli bir döneminde bazý uluslarýn sürekli yükseliþine yani zenginliðine, ama bazýlarýnýn da devam edip gelen yoksulluðuna tanýk olmaktayýz.

Daron Acemoðlu ve James Robinson’un, düþüþ ve yükseliþ için ortaya koyduklarý kriterlere inanacak olursak, Türkiye cumhuriyetinin, tarihinin hiçbir döneminde yükseliþ kaydeden bir ülke olmadýðýný söyleyebiliriz.

Acemoðlu ve Robinson, bir parçasý Amerika sýnýrlarý içinde bir parçasý da Meksika sýnýrlarý içinde kalmýþ bir þehir olan Nogales’i, anlatmakla baþlýyorlar. Bölünmüþ þehrin bir tarafýnda kiþi baþýna milli gelir 30 bin dolardýr. Çünkü insanlar siyasi ve kültürel haklarýný kullanabilmekte ve zenginlik üretebilmektedir. Burada Amerikan hukuku ve siyasi sistemi geçerlidir. Ama ayný kökenden gelen insanlarýn yaþadýðý þehrin bölünmüþ olan diðer tarafýnda ise milli gelir sadece 10 bin dolardýr ve burada Meksikalý romancý, Carlos Fuantes’in son romaný ‘Cennetteki Adem’ de anlattýðý, hukukun ve demokrasinin dolayýsýyla siyasal haklarýn olmadýðý Meksika  vardýr.

Düþüþ içinde olan uluslar acaba Tanrý’nýn onlara biçtiði bir kaderi veya kadersizliði mi yaþýyorlar dersiniz?

Elbette ki hayýr. Yoksulluk bir kader deðildir ve olamaz da. Olmadýðýný bilen uluslar, yükseliþ gösteren uluslar kategorisine dahil olmak için siyasi mücadeleler içine girerler. Kazananý da var, kaybedeni de.

ABD ve Kuzey Irak’la ittifak

Türkiye tartýþmaya gerek yok, düþüþ gösteren uluslar kategorisinden çýkýp, yükseliþ gösteren yani zenginleþen uluslar kategorisine geçmek için son on yýlda hakký hiçbir zaman yenmeyecek, takdir edilecek bir mücadelenin içinde oldu.

Ama olup bitenlere bakýnca, Türkiye’nin yoksulluktan kurtulup siyasi haklarýn, özgürlüklerin kullanýlabildiði bir ülke olma mücadelesinin, bir yerden sonra, yükselen uluslarýn siyasi ve ekonomik bariyerlerine bazen de açýkça yürütülen ambargolara gelip çarptýðýný görüyoruz.

Bir kýsmýmýz zenginleþme ve demokrasi mücadelesinde, daha aðýr ve temkinli adýmlarla gitmemiz gerektiðine inanýyor ve Baþbakan’ýn uluslararasý camianýn hiç hoþlanmadýðý bazý çýkýþlarýnýn baþýmýzý belaya sokacaðýný düþünüyor, dahasý bu tutumun yani dünyayla kavgalý bir halde olmanýn vereceði zararlardan söz ediyor.

Mesela Deðerli dostum, Ali Bulaç bu hafta kaleme aldýðý bir yazýsýnda ifade ettiði þekliyle, ABD’yle bizi karþý karþýya getiren hadiselerden birinin de Kuzey Irak’la kurduðumuz ittifak olduðunu düþünüyor.

BDP’li bir vekil de geçenlerde bir TV programýnda, Baþbakan’ý Maliki yönetimiyle kavga etmekle suçluyor ve eleþtiriyordu.

Ýyi de Baðdat’la kavga etmenin sebebi, Kürdistan hükümetinin, Irak anayasasýndan kaynaklanan haklarýný savunmak deðil midir? Bir BDP’li vekil, Türkiye’nin Baþbakanýný, Kürt halkýnýn Irak anayasasýndan doðan haklarýný savunuyor ve Erbil-Ankara arasýndaki iliþkilerin stratejik olduðunu beyan ediyor diye nasýl eleþtirilebilir?

Baðdat’la ve Þam yönetimiyle kavgalý olmanýn önemli bir sebebi, Türkiye’nin Kürt politikasýdýr, bunu anlamak zor deðil ki. Hele Kürtler adýna siyaset yapýyorsanýz.

Kendi adýma þuna inanmak istiyorum: Ayný bin yýllýk tarihin içinden çýkýp gelen, ayný dini  deðerleri ve ayný kültürel mirasý paylaþan, birbirine kýz alýp vermiþ iki halkýn (Kürtler’in ve Türkler’in) stratejik ve tarihsel ittifaký bile hala mümkün olamayacaksa, Diyarbakýrlý’nýn ve Ankaralý’nýn Kürdistan doðalgazýný kullanmasý, Mesut Barzani’nin Diyarbakýr’a gelmesi dahi, ABD’nin rýzasýna baðlý olmaya devam edecekse, çözüm sürecinde ne Erdoðan’ýn ne Öcalan’ýn baðýmsýz davranabilmesi hala mümkün olamayacaksa, düþüþ içinde olan ulus kategorisinden kurtulmak ve yükselen uluslarýn arasýna katýlabilmek için verilen bunca mücadelenin ne anlamý olabilir ki?

Faydasý olmayacak, baþýmýzý belaya sokacak ve sonu hep oryantalizmin zaferiyle sonuçlanacaksa..